TOMMY
Ölüm başlı başına bir ihanetti hayatta kalanlara.
Haksızlıktı. Fakat ölene değil, yaşayanlara.
Giden gidiyordu nasılsa. Kalanlar hep biraz eksikti.
Benimse annemin ölümünden sonra yaşamak zorunda bırakılacağım eksiklik hayatımla kıyaslanamazdı. Ona çok kızgındım. O gece onu bırakmama izin vermediği için, sağanak yağmurun ortasında araba kullanarak ölümünü hazırladığı için onu affedemiyordum. Bile isteye girmişti Azrail’in açtığı soğuk kolları arasına.
Ona çok kızgındım ama bir o kadar da özlüyordum.
“Tommy!”
Babamın mahkeme salonlarına has sesi her zamanki profesyonelliğindeydi ve bu sefer adımı esir almıştı. Alt katın merdivenlerinden odama doğru seslendiğini belli eden vurgusu gözlerimi kapatmama neden oldu. Annemi toprağa vermemizin ardından yirmi dört saat geçmemişti. Fakat babam her saat başı içtima alır gibi bana sesleniyordu. Annemin acısını kaldıramayacağımdan aptalca bir şey yapacağımı düşünüyor olmalıydı ya da söylemek istediği bir şey vardı ama bir türlü dile getirecek cesareti bulamıyordu. Gerçi, konu John Brooks ise hiçbir kelime onu korkutamazdı.
O kelimelerin cambazı diye bilinen bir avukattı.
Lanet olasıca dili dudaklarının arasından çıktığı anda herkesi hipnotize ediyordu.
Kaç adamı ipten aldığını, kaç davanın lehine sonuçlandığını bilemeyeceğim kadar çok çalışıyordu. Ülkede ismi altın harflerle adliye koridorlarına yazılmıştı. Kıvrak zekasına eklenen kurnazlığıyla kurtaramayacağı insan, çözemeyeceği dava yoktu. Bu zamana kadar kaybettiği davalar bir elin parmağını geçmezdi. Onlarda mesleğe ilk başladığı dönemlerin kara lekeleri sayılabilirdi.
“Evet!”
Aynı onun gibi resmi belki de biraz bıkkın cevabımı merdivenlere doğru haykırdım. Çok geçmeden “Konuşmamız gerekiyor. Hemen aşağı gel,” komutu kulaklarımı doldurdu. Harika, sanırım beklenen an gelmişti.
İşte başlıyorduk.
Miskince ayağa kalktım ve beni ne beklediğini bilmediğim bir yol için adımımı attım. Merdivenlerden birer birer inerken annemin bana miras bıraktığı köpek yolumu kesti.Safir.Türk asıllı annem için bu kelime çok büyük anlamlar taşıyordu. Gözleri safiri andırdığı ve eşsiz bir köpek olduğu için bu ismi koyduğunu söylemişti. Benim içinse sıradan mavi bir renkti gözleri. Eşsizliği… Eh buna katılmamak elde değildi. Saf kan bir dişiydi. Samoyed cinsine göre bir tık daha akıllıydı. Hatta kurnazlık ve sinsilik arasında gidip gelen bir zekaydı ondaki. Köpek demek için gerçekten hiç köpek tanımamak gerekiyordu. İnsanların yaptığı hemen hemen her şeyi izliyor, öğreniyor ve uyguluyordu. Bu nedenle türünün tek örneği denebilir miydi? Sanırım evet. Kar beyaz tüylerini yine bir çamur kümesiyle eşleştirmiş Safir’in ardında bıraktığı izlere bakarken suratımı buruşturdum.
“Hiç akıllanmayacaksın dostum,” derken taşlı tasmasından arta kalan ensesini okşadım. “Annem seni öldüre-“ Kalıplaşmış cümle ağzımdan tam anlamıyla kaçamamıştı. Acı dolu bir gülümseme kalan