Genel Ağa’nın Küçük Leydisi
1Beğeni
14Okunma
3
Bölüm
5,217Kelime
26 dkSüre
22.09.2025Tarih
Mardin Midyat’ın taşlı yollarında, suskun duvarların ardında adaletin kanla yazıldığı bir aşiret vardır: Zehirğlu Aşireti. Sertliği, acımasızlığı ve töreye bağlılığıyla bilinen bu aşiretin başında, kudretiyle nam salmış Miran Ağa durur. Onun ikiz oğulları, kaderin birbirine zıt aynaları gibidir:
Cihangir, soğuk bakışlı, adaletli ama merhametsiz…
Altay, hayatı eğlenceyle tüketen, kadınlara düşkün, sorumsuz bir adam…
Miran Ağa, ağalık görevini doğru ellerde görmek ister; bu yüzden mirasını Cihangir’e bırakır. Gururu incinen Altay ise İstanbul’a sürüklenir. Bir gece kulübünde tanıştığı Zeliha Yıldırımer, onun hayatını kökünden değiştirir. Yetimhanede büyümüş, kaderin tokadını erken yemiş bu genç kadın, Altay’ın gözünde masumiyetin ve zarafetin adı olur.
Ama bir sır vardır: Altay, evlidir ve iki çocuk babasıdır. Buna rağmen ikiz kardeşi Cihangir’in kimliğini kullanarak Zeliha ile evlenir.
Kendi yalanlarının gölgesinde kurduğu bu hayal, Midyat’tan gelen bir haberle dağılır. Kız kardeşleri düşman aileye kaçar, töre gereği Altay geri dönmek zorunda kalır. Peşine düştüğü yol, onu ölüme götürür.
Zeliha, sevdiği adamın toprağına koşarken, gerçeğin zehirini içer:
Sevdiği adam aslında başkasıdır, evlidir, çocukları vardır ve artık ölüdür…
Midyat’ta töre ağırdır; eve gelin gelen kadın geri çevrilmez. Bu yüzden, Zeliha’yı ikiz kardeş Cihangir’e nikâhlamak isterler. Ama Cihangir, çoktan başka bir kıza söz vermiştir. Ailesi nişanı bozduğunda, onun öfkesi Zeliha’ya yönelir.
Adaletle bilinen bu adam, Zeliha’ya hayatı zindan eder.
Zeliha, bir yandan çocukluk travmalarını taşıyan kimsesiz bir genç kız, diğer yandan töre ateşinin ortasında kalan masum bir gelindir. Aşk ile ihanetin, töre ile vicdanın, kardeşlik ile düşmanlığın arasında sıkışıp kalan Zeliha’nın tek umudu; kendi küllerinden yeniden doğabilmektir.
Ağa’nın Küçük Leydisi
Bölüm...İkizlerin Doğumu
Midyat’ın taş sokakları o gece sessizdi. Yıldızsız bir gökyüzü, kasabanın üzerine ağır bir örtü gibi serilmiş, rüzgâr, eski taş konakların arasından uğuldayarak geçiyordu. Zehirğlu Konağı’nda ise sessizlik yoktu; aksine, kadınların telaşlı adımları, dualar, fısıltılarla dolu bir gece yaşanıyordu. Çünkü Miran Ağa’nın karısı, Dildar, sancıdaydı.
Konağın avlusunda bekleyen erkekler sigaralarını ardı ardına yakıyor, kadınların telaşlı koşuşturmalarını tedirgin gözlerle izliyorlardı. Bu doğum sıradan değildi; Miran Ağa’nın ilk erkek evladı dünyaya gelecekti. Midyat’ta bir ağanın soyunu sürdürecek erkek çocuk demek, aşiretin gücü demekti.
Dildar, loş ışıklarla aydınlanan odada, nefesi kesik kesik, ter içinde kıvranıyordu. Kadınların biri başına soğuk su çalıyor, diğeri dua okuyordu. Dildar’ın yüzü bembeyazdı; ağzından çıkan her çığlık, konağın taş duvarlarında yankılanıyordu.
“Ya Rab, bana kuvvet ver…” diye fısıldadı. İçindeki sancı sadece bedensel değildi; yıllardır bu aşiretin sert töreleriyle yoğrulmuş bir kadındı o. Bir kadın olarak kocasının gölgesinde yaşamış, susmuş, boyun eğmişti. Ama bu gece, rahminde taşıdığı çocuklarla beraber kendi kaderini de doğuruyordu sanki.
Gece yarısını biraz geçmişti ki ilk çığlık odanın içinde yankılandı. Doğumun başında bulunan ebe, elini göğe kaldırarak, “Oğlan!” diye bağırdı. Avluda bekleyen erkekler birbirlerine baktı, kimileri sevinçle tekbir getirdi. Konağın büyük kapısı aralandı ve haber uçuruldu:
“Miran Ağa’nın oğlu oldu!”
Miran Ağa’nın gözleri parladı. Kalın kaşlarının altında keskin bakışlarıyla sert bir adamdı. Kadının sesini duyar duymaz avluda ayağa kalktı. İçinden bir gurur dalgası geçti. “Adını Cihangir koyacağım,” dedi. “Dünya görsün ki Zehirğlu’nun oğlu korkusuz, güçlü ve adaletli olacak.”
Ama doğum bitmemişti. Dildar’ın sancısı dinmemişti. Kadınlar yeniden panikledi.
“Bir çocuk daha geliyor!” dedi ebe, alnındaki teri silerek.
Dildar’ın gözleri büyüdü, nefesi kesildi. “İki… iki mi?” diye fısıldadı. İçindeki fırtına dinmemişti, bedenini bir kez daha acı sardı. Birkaç dakika sonra ikinci bir çığlık duyuldu. Bu kez daha ince, daha narin bir ağlayış…
“Yine oğlan!” dedi ebe. Avluda ikinci defa sevinç çığlıkları yükseldi. Kadınlardan biri koşarak dışarı çıktı, “Ağa! İki oğlun oldu!” diye bağırdı.
Miran Ağa’nın yüzünde önce şaşkınlık, ardından tarifsiz bir gurur belirdi. İki oğul… Bu, aşiretin kudretiydi. Ağa, gözlerini göğe kaldırdı: “Ya Rab, bana bu nimeti bahşettin. Bu oğullar Zehirğlu’nun soyunu yaşatacak.”
O gece ikizlerin isimleri kondu: Büyüğüne Cihangir, küçüğüne ise Altay.
---
Sabah olduğunda Midyat halkı, Zehirğlu Konağı’ndan yükselen davullarla uyandı. İki oğul doğmuştu; sokaklarda koyunlar kesiliyor, kazanlarda etler kaynıyordu. Kadınlar halay çekiyor, erkekler silahlarını göğe doğrultup havaya mermi sıkıyordu.
Ama Dildar, odasında sessizdi. Yatakta iki kundaklanmış bebeğe bakıyordu. Cihangir’in yüzü sertti, daha kundakta bile bakışları keskin gibiydi. Altay ise ağzında masum bir gülümseme, uykunun huzuruna bırakmıştı kendini. Dildar içinden geçirdi: “Biri dağ gibi olacak, diğeri rüzgâr gibi…”
Fakat biliyordu ki bu