FİNCANDA SAKLI ZAMAN
Geçmişin telvesinde fal bakıyor çocukluğum. Koşarken var ettiği yaralarını kahve fincanında görüyor. “Bu böyle olmayacaktı” isyanı, Atsız muhteşem prensin saçlarından sarkıyor.
Rapunzel, şifasına bir dilek hakkı ekleyip talihini arkadaşına devretmiş gibi. Parmaklarından düşen hayallerin girdabında yazıyor.
Boynuna yaraşan kolye, gerdanında belirsiz bir lütuf… O zengin günler dolanıyor aklında.
Mutlu, duaya âmin, aşkına yaraşır bir sadakatle otuz iki dişine varlığını hatırlatan gülümseme.
Gökyüzü çekiyor; flaşlarını patlatıyor. Kahve fincanı, mısır patlatılıyor sanıyor: “Olsa da yesek!” diyor, ama daha yeni kahve içtik. Kırk yıl hatırımız kalmazsa, imzamız olsun, hatırşinas kalemim.
Mahcup, gecenin salçasında ekmeğe banılan doyumsuzluk… Şimdi yaşamak. Sesi duyuldu zamanın. Saatleri kırdı; ne de olsa saatler, varlığını hatırlatmazken de vardı.
Yüzünde hüzün var, çocuk. Haydi, sil baştan. Sen git, ben kalsın. Yaşamam gerek, yavaştan....