1.Bölüm...
Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Can Yücel
Bir Yıl Önce
Zeynep
Yaz bitmiş okul yeni döneme başlıyalı bir ay olacaktı. Odanın perdesinden süzülen ışıkla çoktan uyanmış.
Bir süre yatağın sıcaklığında oyalanıp kalktım. Kahvaltımı yaparken mutfaktan yayılan çay kokusu hâlâ burnumdaydı. Sonra aynanın karşısına geçip üzerimi giyindim. Sade, beyaz kalın askılı bluzumu seçtim; altına bileğime kadar uzanan çiçek desenli eteğimi giydim. Boynuma beyaz bir fular taktım, saçlarımı gevşekçe topladım, üzerimde ince bir hırka giydim. Aynadaki yansımama kısa bir bakış attım biraz heyecanlı, biraz da huzurlu görünüyordum.
Çantamı
ve kitaplarımı alıp odadan çıktım. Mutfağa uğradığımda annem tezgâhın başında
bulaşıkları toparlıyordu.
“Anne, ben çıkıyorum,” dedim kapıya yönelirken.
Annem
başını kaldırdı. Gözlüklerinin ardından beni baştan aşağı süzüp gülümsedi.
“Ne güzel olmuşsun böyle,” dedi, sesi sıcaktı. Gözlerindeki ışıltı içimi
ısıttı.
Ben de gülümsedim. “Teşekkür ederim anne. İstediğin bir şey var mı, gelirken alayım?”
“Baban bugün mesaiye kalacak,” dedi. “Gelirken iki ekmek al yeter kızım.”
“Tamam, görüşürüz,” dedim ve kapıya yöneldim. Uzaklaşırken anneme el salladım, o da bana gülümseyerek karşılık verdi.
Evden çıktığımda hafif bir rüzgâr esiyordu. Sokak sessizdi, birkaç serçe kaldırım taşlarının arasında geziniyordu. Hızlı adımlarla otobüs durağına yürüdüm. Otobüs geldiğinde içeri girip cam kenarına oturdum. Şehir, yeni uyanan bir dev gibi ağır ağır nefes alıyordu. İnsanlar koşturuyor, sabahın telaşı havaya karışıyordu.
Kampüse
yakın bir durakta indim. Yavaş adımlarla yürümeye başladım. Ağaçların sararmış
yaprakları ayaklarımın altında hışırdıyordu. Uzakta, üniversitenin büyük taş
kapısı göründü. O an içimden geçen tek düşünce şuydu:
Yeni bir gün, belki de hayatımın en önemli günlerinden biri başlıyordu.
Üniversite kampüsü sabahın erken saatinde bile hareketliydi. Kahve kokusu kantinden taşmış, taş yolların arasına karışmıştı. Öğrenciler ellerinde notlarla koşturuyor, kimisi son dakika ödevini yetiştiriyor, kimisi uykusuz gözlerle derse yetişme telaşını gizlemeye çalışıyordu.
Ben, her zamanki gibi kalabalığın arasında sessizce yürüyordum.
Kulaklığımı takmış ama müzik dinlemiyordum. Sessizlik, benim için müziğin kendisiydi.
Amfiye
girdiğimde kalabalığın uğultusu içinde gözlerim otomatik olarak arka sıralara
kaydı. Her zamanki gibi... gürültünün merkezinde yine aynı grup vardı.
Oğuz Kara ve arkadaşları.
Onlar
kahkahalar atarken, ben sırasıma oturdum, defterimi açtım. Kalemimle tarih
attım:
“12 Ekim, İleri Düzey İktisat Teorisi.”
Her dersin başında tarih yazmak gibi alışkanlıklarım vardı. Düzen, benim
güvenli alanimdı.
(Ama o gün hiçbir şey düzenli gitmeyecekti, bilemezdi.)
Profesör sınıfa girdiğinde koridordaki gürültüyle birlikte içeriye serin bir hava doldu. Kapıyı arkasından yavaşça kapattı ve ağır adımlarla kürsüye doğru ilerledi. Elinde kalın bir dosya vardı; bir an durup sınıfa şöyle bir göz gezdirdi.
Çoğu öğrenci çoktan yerini almıştı, fakat sınıfın içinde hâlâ alçak bir uğultu dolaşıyordu.Profesör’ün