Zaman henüz bir nehir olmamışken
Rüzgarın adı anılmamışken
Ne yukarıda gök vardı, ne aşağıda yer.
Sadece suskun bir karanlık yayılırdı boşluğun iliklerine.
"Derler ki, İlksuskun bitmeden hiç bir yıldız parlamadı...
Ve Naela, o katran karası hiçliğin orta yerinde gözlerini açtı.
Saçlarının üstüne ışıklar konsun diye
Ellerinden beyaz yıldızlar döküldü evrenin kumaşına.
Her biri nurdan bir çiçekti
Gecenin örtüsüne ilmek ilmek işledi umudu.
Lakin karanlık,
Aç kaldığı her yüzyılda yıldızları yuttu
Gölgesiyle ışığı boğdu
Gök kubbeye serilen beyazlar bir bir kaydı
Ve düştükleri yerde suretlere büründü her biri.
Ruhu ışıkla yoğrulmuş bedenlerdi onlar
Ama savunmasız, çıplak ve unutulmuş.
Naela,
Ayaklarının altına yıldızlar sermekten vazgeçmedi.
Derin bir iç çekişle
Yeni renkler doğurdu avuçlarından:
Sarı bir yürek gibi parlayan güneşi
Gri taşları ve kırmızı alevi
Mavi denizleri ve yeşil dalları
Ve rüzgarın soluğu gibi morun esrarını.
Bu renkleri kutsadı,
Her birine saçlarından bir tel düğümledi
İpler görünmezdi ama ruhlara işlenmişti
Ve böylece her şey, her şeyle bağlı kaldı.
Fakat karanlık geri döndü
Bu kez renkleri soldurarak yürüdü üstlerine.
Beyaz ışık sustu.
Naela, göz pınarlarında kalan tüm ışıklarını yere indirdi
Göğe yıldırım, yere zelzele...
Gözyaşıyla nehirleri, soluğuyla rüzgarları doğurdu.
Toprak, çamur, gök gürültüsü arasında
Yeni bir diyar ördü: Asterlin.
Ve orada renkler yeniden parladı.
Asterler, Linler,
ipliklerle birbirine bağlandı.
Kimi ışığı hatırladı, kimi karanlığı içinde taşıdı.
Ama hepsi bir büyük dokunun parçasıydı artık.
Naela'nın ellerinden düşen her renk,
Bir hatıraydı. Ve her hatıra,
Bir iplik gibi bağlandı evrene.''
Kopmaz sanılan bağlar vardı
Ama her bağ, bir bedelle örülürdü.
İşte o yüzden anlatılır bu ağıt,
Her fısıltının altında yankılanan bir anı gibi.
Evren, bir kadının göz elmaslarından doğdu.
Ve biz...
Onun çözülmeyi bilmeyen son ipliğiyiz.