Sabahın ilk ışıkları, yatak odasının perdelerinden içeriye sıcacık bir rüzgar gibi misafir olurken kadın gözlerini araladı. Yanı başında uyuyan kocasına uzandı bakışları, yüzünde koca bir tebessümle onu izlemeye koyulmuştu.
Biraz sonra... Başını hafifçe kaldırdı, kocasının yanağına bir öpücük kondurdu. Adamın sıcacık tenine burnunu sürttü, huzurla nefeslendi.
Tek ailesi, mutluluk kaynağı ve aşk onun için bu adamdı...
Adam, karısının güzel kokusu ve sıcak dokunuşlarıyla gülümseyerek mırıldandı, gözlerini bile açmadan, uykunun sıcak kollarında:
“Günaydın sevgilim, bugün gitmesen olmaz mı?” dedi.
Kadın hafifçe gülümsedi, gözlerinde yorgun ama sevgiyle yoğrulmuş bir bakış vardı. “Ne yazık ki olmaz, sevgilim.” dedi usulca, “Şu baş belası acil nöbetlerimden biri var...” diye mırıldandı.
Sonra tekrar yaklaşıp saçlarını koklayarak bir öpücük kondurdu, “Benim için de hafta sonunun tadını çıkar!” dedi ve yataktan kalkarak hazırlanmaya başladı.
Ayakları çıplak zemine değdiğinde hafif bir ürperti hissetti, banyoya yöneldi. Duş ve kahve onu ayıltabilecek tek şeylerdi sanırım. Bugüne özel bir gıcıktı. Hem hafta sonuydu, hem de kocasının evde olduğu nadir zamanlardandı.
Tenini okşayan suyun altında, bir süre hayatı sorguladı.
Sonra üzerine bornozunu geçirerek mutfağa indi.
Kahve makinesini çalıştırmak üzere elini uzattığında bir kıvılcım parmaklarına değdi. Küçük bir elektrik çarpmasıydı bu, ama keyfini kaçırmaya yetmişti...
“Çok güzel, bir sen eksiktin! Şimdi hem kahvesizim, hem keyifsiz.” diye mırıldandı kendi kendine.
Cihazın arkasına eğildiğinde, kablonun yıpranmış olduğunu fark etti. Fişi çekti, cihazı kenara itti. Kahveyi unutmuştu bile. Tek bildiği, bugünün kötü geçeceğiydi.
Üst kata geri dönerken içinde açıklayamadığı bir huzursuzluk belirdi. Kahveden çok daha fazlasıydı, ruhu sıkılmıştı adeta.
Merdivenlere yöneldi ve yatak odasına çıktı. Hızla hazırlandı, saçlarını topladı, çantasını toparladı. Islak saçlarını biraz kuruttu ve saçlarını toparlamak için bir toka bakındı. Ama göremedi, ellerini uzatıp takı kutusunu açtığında, yıllardır orada duran ama hiç dikkatini çekmeyen o eski kalem gözüne ilişti.
Ahşap saplı, koyu kahverengi, ucunda yaldızlı işlemeleri olan bir kalemdi bu. Annesinden kalmıştı. Onun ölümünden beri dokunmamıştı.
Ama bu sabah... kalem garip bir şekilde dikkatini çekiyordu. Eline aldığında, metalinden bir sıcaklık yayıldı avuçlarına. Sanki kalem yaşıyordu...
Biraz bakıştıktan sonra, bir transtan sıyrılır gibi başını salladı ve eline geçirdiği bir tokayla hemen saçlarını toparladı.
Makyaj masasına çıkardığı kalemi kutunun içine geri bıraktı, kapağını kapattı. Koridora ilerledi. Posta kutusundan alınmış birkaç zarf holün yanındaki komodinin üzerindeydi. Anahtarlarını alırken göz ucuyla zarflara baktı. Bir an için birinde, büyük fontlarda yazılmış “Gitme” yazısını gördüğünü sandı.
“Ne zarfı ki, bu?” diye mırıldanırken elini attı ve zarfları inceledi.
Tekrar baktı ama öyle bir zarf yoktu. Sadece faturalar ve birkaç dergiyle göz göze geldi...
“Kahvesiz bu kadar ayılabiliyorum demek ki,” dedi alçak sesle ve huzursuz bir nefes vererek kapıyı arkasından çekip çıktı.
Hastaneye vardığında normal