Kitaplar Özellikler İletişim İndir
Bildirimlerinizi Kontrol Edin
Dram

Bildirimlerinizi Kontrol Edin

1Beğeni
4Okunma
1 Bölüm
489Kelime
2 dkSüre
20.12.2025Tarih
YANKISIZ MEKTUPLAR
"Bazı yalanlar, gerçeğin kendisinden daha uzun sürer. Ve bazı mektuplar, sadece yazanı öldürmek için gönderilir."

Sıkıyönetimin karabasan gibi çöktüğü bir ülkede, hakikati savunan bir gazetecinin; Hüseyin’in hikayesi bu. Bir gece yarısı, en yakın arkadaşı Kenan’ın "kurtarma" vaadiyle karısı Maria’yı geride bırakıp sürgüne gönderilen bir adamın; vicdanıyla, özlemiyle ve en büyük düşmanıyla olan savaşı.Hüseyin, yirmi yıl boyunca soğuk ve gri bir Avrupa şehrinde, kalbini sadece Maria’dan gelen o kısa mektuplarla sıcak tuttu. Her satırda onun sesini duydu, her kelimede onun kokusunu aradı. Bilmediği tek bir şey vardı: O mektupların hiçbirini Maria yazmamıştı.

Sınırın öte yakasında, mektupların diğer ucunda ise; Hüseyin’in öldüğüne inandırılmış, kederi ve yalnızlığı Kenan tarafından ustaca manipüle edilmiş bir kadın vardı. Kenan, sadece Hüseyin’in hayatını değil, onun eşini, geleceğini ve kelimelerini de çalmıştı."Yankısız Mektuplar", insan ruhunun ne kadar alçalabileceğini ve bir sadakatin ne kadar büyük bir ihanete dönüşebileceğini anlatan edebi bir başyapıt. Rejimlerin devrildiği, duvarların yıkıldığı bir dünyada; gerçeğin kurşundan daha ağır, sessizliğin ise ölümden daha soğuk olduğunu keşfeden bir adamın trajik geri dönüş öyküsü.

Yirmi yıl süren bir yalanın sonunda, karın beyazlığında kaybolan bir ömrün yankısı...

Bu, bir aşk hikayesi değil; aşkın nasıl bir silaha dönüştürüldüğünün hikayesidir.

BİRİNCİ BÖLÜM

Duvar saatinin sarkacı, zamanı değil, sanki sabrı tüketircesine, her iki yana kayıtsız bir metalik tıkırtıyla vuruyordu. Her bir "tık", odanın boğucu sessizliğinde büyüyor, tavana çarpıp Hüseyin’in şakaklarına bir çivi gibi çakılıyordu. Lambanın sarı, yorgun ışığı, tavana kadar yükselen kitaplıkların sırtlarında geziniyor, okunmuş ve okunacak kelimelerin gölgelerini karşı duvara vuruyordu. Burası onların kalesiydi; harflerden, anılardan ve ertelenmiş hayallerden inşa edilmiş bir sığınak. Ama o gece, duvarlar kâğıt kadar ince, kale fethedilmeye hazır gibiydi.

Hüseyin, masasının başında oturuyordu. Önünde duran boş kâğıda bakıyor gibi görünse de, aslında odanın diğer ucundaki silüeti, Maria’yı izliyordu.

Maria pencerenin önündeydi. Perdenin kenarını hafifçe aralamış, tek bir an bile gözünü ayırmadan, aşağıda uzanan karanlık ve boş sokağa bakıyordu. Dışarıdan gelen her motor gürültüsü, her köpek havlaması, her uzak kahkaha omuzlarının hafifçe kasılmasına neden oluyordu. Parmakları pencerenin soğuk pervazında geziniyor, sanki camdan dışarıdaki karanlığa tutunmaya çalışıyordu.

"Hiçbir şey yok," diye fısıldadı Maria. Bu, o akşam söylediği dördüncü "hiçbir şey yok"tu ve her biri bir öncekinden daha az inandırıcıydı. Sesi, camda buğulanan bir nefes kadar kırılgandı.

Hüseyin, sandalyesinde rahatsızca kımıldadı. "Sana söyledim," dedi yumuşak bir sesle. Sakin görünmeye çalışıyordu ama bu, fırtınada bir kibrit yakmaya benziyordu. "Bu gece gelmeyecekler. Bu saatten sonra..."

"Bu saat diye bir şey kalmadı onlar için Hüseyin," dedi Maria, ona dönmeden. "Onların saati her zaman gece yarısı."

Sokağın başından ağır, dizel bir motorun hırıltısı duyuldu. Bir kamyon ya da askeri bir cip olabilirdi. İkisi de donakaldı. Sarkaç vurmaya devam ediyordu: tık... tık... Ses yaklaştı, apartmanın önünde bir an yavaşladı ve sonra uzaklaşarak gecenin içinde kayboldu. Maria'sının tuttuğu nefesini yavaşça bıraktığını duydu.

"Yarın sabah," dedi Maria, nihayet Hüseyin'e dönerek. Yüzü, lambanın ışığında solgun bir mermer gibiydi. Annesinden miras kalan o açık renk gözleri, şimdi endişenin koyu halkalarıyla çevrelenmişti. "Yarın sabah ilk trenle gidelim. Bir süreliğine... Babamın köyüne. Kimsenin bizi bulamayacağı bir yere."

Hüseyin ayağa kalktı. Karısının yanına yürüdü, ellerini tuttu. Parmakları buz gibiydi. "Kaçmak çözüm değil, Maria'm. Kaçarsak, suçlu olduğumuzu kabul etmiş oluruz. Ben suçlu değilim. Sadece yazdım."

"Onlar için yazmak en büyük suç!" Maria'nın sesi bir anlığına yükseldi, sonra tekrar fısıltıya döndü. "O son makale... Gerek var mıydı? O generalin adını vermene... Ne değiştirdi sanki, ha? Söyle, ne değiştirdi? Dünyayı mı kurtardın Hüseyin?"

Hüseyin cevap veremedi. Çünkü Maria haklıydı. Dünya kurtulmamıştı. Sadece kendi sonlarını biraz daha hızlandırmışlardı. Karısının gözlerindeki korkuyu gördü ve içinde bir şeyler kırıldı. Bu savaşı o seçmişti ama Maria'yı da kendiyle birlikte bu siperin içine çekmişti.

Tam onu kendine çekip sarılacakken, kapı çaldı.

Bu, bir misafirin nazik tıklatması değildi. Bu, postacının sabırsız vuruşu da

📖 Uygulamada Oku
App Store Google Play