"Jae Hee,sen beni dinliyor musun?!"
Annemin yükselen sesiyle daldığım derin düşüncelerden sıyrılıp yüzüne baktım.
Ben boş boş yüzüne bakınca sıkıntıyla derin bir iç çekti. Ellerini beline yerleştirdi.
"Ahh,ahh! Aklın bir karış havada yine. Kızım, hazırlan diyorum hazırlan. Az kaldı."
Annem tezgâhın üzerini silmeye başlamışken ben de elimde hazırlamış olduğum kurabiyeleri oturma odasına götürdüm. Donattığımız masanın üzerine bunu da yerleştirdim.
Ardından ellerimi büyük ahşap masanın çevresindeki sandalyelerden birinin üzerine koydum. Gözlerimi yumdum. İçimdeki garip korkunun geçmesini, bir son bulmasını bekledim.
İçim çok sıkılıyordu. Boğuluyordum âdeta. Nefes alamıyormuş gibi hissediyordum.
Sertçe yutkundum.
Boğazımdan zar zor, canımı acıta acıta aşağı doğru yutkunduğum sıvı inerken ben hâlâ aynı vaziyetteydim.
"Jae Hee? Sen iyi misin kızım? Neyin var?"
Annemin sesini duyunca yummuş olduğum gözlerimi açtım. Ellerindeki süslü ve güzel tabaklara hazırlamış olduğu yiyecekleri koymuş ve getiriyordu. Elindeki tabakları masanın üzerine yerleştirip yanıma geldi.
Önüme düşen saçlarımı eliyle topladı ve sağ omzuma attı. Elini sol omzuma atıp yüzüme doğru eğildi.
Ben de doğruldum. Ellerimi sandalyeden çektim. Sandalyeden çektim ama... Ellerimi koyacak bir yer bulamadım.
En son sağ elim titreye titreye kalbime gitti. Elimi bana garip hisleri tattıran kalbimin üzerine bastırdım.
Annem dikkatle ve endişeyle beni izliyordu.
"Anne ben... Ben... "
Annem derin bir nefes verdi. Sanırım meseleyi anlamıştı.
"Bunu seninle konuşmuştuk ama güzelim."
Konuşacaktım ama annem bu sözleriyle beni dinlemek istemediğini, kabullenmem gerektiğini yine âdeta vurgulayınca açmış olduğum ağzımı kapattım.
"Ben biraz hava alıp gelsem iyi olacak. Boğuluyormuş gibi hissediyorum anne. Nefes alamıyorum."
Elimi kalbimden indirdim. Kapıya doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Annem de arkamdan geldi.
"Tamam, ama geç kalma. Hemen gel. Daha hazırlanacaksın. Üstelik vakit de çok az kaldı. 2 saate kalmadan gelirler. Jae Hee... Bu sefer sorun istemiyoruz."
Son cümleyi uyarıcı bir ses tonuyla dile getirdi. Spor ayakkabılarımı ayağıma geçirip ona dönüp baktığımda işaret parmağının hâlâ havada olduğunu gördüm.
Onu hafifçe başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım.
Kapıyı açtım. Evden çıkıp kapıyı arkamdan kapattıktan sonra merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Apartmandan çıkıp kendimi dışarı attım.
Dışarı adım atar atmaz havanın temiz ve ferah kokusunu içime çektim.
Defalarca kez bu kokuyu içime çekip geri verdim. Her ne kadar yapmış olursam olayım yine de göğüs kafesimi daraltan o sıkıntı geçmek bilmiyordu.
Apartmanımızın yanında hemen bir kitapçı vardı. Her gün mutlaka oraya girer, kafa dinleyerek kitap okur ya da çalışırdım.
Adımlarımı kitapçıya doğru yönlendirdim. Belki de orada burnuma dolacak olan kitap kokuları beni biraz daha iyi edebilirdi.
Yine de aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Uyuşuk adımlarla ilerlemeye devam edip dalgın dalgın yürüyordum.
Cep telefonuma mesaj geldi. Telefonu koymuş olduğum hırkamın cebinin içindeki titreşimi de hissettim.
Telefonu elime aldım. Gelen mesajı açarak okudum.
~Sonunda beklediğimiz gün geldi. Ne kadar da güzel, değil mi