Çocukların kör karanlıktan korktuğu gibi biz de aydınlıktan korkarız, çocukların karanlıktan dehşetle beklediklerinden daha korkunç olmayan şeylerden.
Lukretius
LUCY
Neden rüya görürüz hiç düşündünüz mü?
Kimileri; rüyaların geçmişte ya da gün içinde yaşanan olayların bir derlemesi olarak bilinç altına atılan ve uyku sırasında ortaya çıkan anlamlı/anlamsız görüntüler olarak adlandırır. Yatmadan önce son yediğimiz yemek, dinlediğimiz müzik, duygu durumumuza göre mutlu ya da mutsuz olarak uyumak, etkileyici bir olayın veya günlük hayatta duyduğumuz ve aslında hiç önemsemediğimizi düşündüğümüz bir haberin rüyaları tetiklediği söylenir.
Bazı rüyalar haberci olarak da bilinir. Geleceğe dair olaylar gördüğünü varsayanlar, o rüyaların gerçekleştiğini anladığında, kendilerini önemli bir kehanetin parçası gibi görmekten ya da dejavu hissi yaşamaktan alamazlar. Bir şeyin yaklaşmakta olduğunu anlayıp, geleceği tahmin etmekte başarılı olmuş ve belki de bunun ilahi bir güç olarak onlara bahşedilmiş bir tür yetenek olduğunu kaç kere düşünmüşlerdir kim bilir. Tabii, bu tamamen kişinin inancına göre değişir.
Bir diğer türü de kabus dediğimiz, aslında güzel başlayıp, beklenmedik anda bir korku tüneline dönüşebilen, uyanmak isteyip de bir türlü uyanamadığımız, içinden çıkılması imkansız rüyalardır.
Derin suların içine, ayaklarınızda görünmez bir ağırlıkla dibe doğru çırpınarak battığınızı, toprağın altına gömülerek soluk alamadığınızı veya karanlık dar bir alanda kapana kısılıp nefesinizin kesildiğini sandığınızı hissedebilirsiniz. Yüksek bir yerden uçmak, uçurumdan aşağıya düşmek ve tam yere çakılmak üzereyken yataktan ter içinde sıçrayarak uyanmak gibi sonu mutlak ama sebebi bilinmeyen garip kabuslardır. Bir diğer adıylakarabasandır.
Peki ama rüyaların ne kadarına güvenmemiz doğrudur?
Bir çoğu aslında bize saatler gibi gelse de, üç ve doksan saniye arasında değişebilen ve elimizde olmadan kafamızda şekillenen bu görüntülere ne kadar tamah edebiliriz? İnsanları bir çoğu gördüğü her rüyayı yorumlamaları için bazı şarlatanlara dünyanın parasını döküyor. Ben rüyalara itibar etmeyi sevmem, fakat korkutmadığını da söyleyemem.
Son zamanlarda gördüğüm sık rüyalar tüm bunlardan ayrı bir sınıfa giren, hem geçmiş hem de hiç yaşanmamış tuhaf olayların saçma bir ritüeli gibiydi.
Rüyamın başında sürekli sekiz yaşımdaki o küçük halimi ve o kahrolası doğum günü partimi tekrar tekrar görüp duruyordum.
Aynı yaş pasta...
Aynı yanan mumlar...
Aynı hoş kokular..
Ve aynı müzik.
Annem, babam ve sevdiğim ama yüzlerini seçemediğim diğer insanlar yanı başımda dikiliyorlar. Herkes hep bir ağızdan aynı şarkıyı söylüyor. Üzerimde en sevdiğim elbisemle, yüzümde bir daha hiç görmediğim o dünyanın en masum, şanslı çocuğu ifadesiyle taburemde ayakta dikiliyorum.
Tatlı sesiyle, "Hadi Lucy," diyen annem sırtıma elini koyarak beni teşvik ediyor. "Mumları üfle ve bir dilek tut."
Onaylayan mırıldanma sesleri arasında önce babama sonra anneme bakıp, gözlerimi yumuyorum ve o lanet dileği tekrarlıyorum.
Ensemde bir örümcek yürüyormuş gibi beni rahatsız eden giysi etiketinin kaşındırıcı hissine