“Bu o!” dedi kadın. “Durdurman gereken o!”
Omzundaki çuvalla kalabalık sokakta yürüyen iri yarı adama bakan genç kadın “Emin misin?” diye sordu.
“Eminim, cellâdın oğlu! Onu tanımayan mı var?”
Adamın topuklarına kadar inen paltosunun her adım atışında dizlerine kadar çıkan siyah çizmeleri dövüşünü izledi bir süre. Ara sıra hafifçe esen rüzgârda uğursuz siyah bir bayrak gibi dalgalanıyor, daha sonra uzun ve güçlü adımlara dolanıyordu.
Tamara’nın bakışı istemsizce adamın yüzüne kaydı. Siyah kaşları açık olan alnının ortasında birleşmiş, kara gözleri beyazı kaybolacak kadar kısılarak sanki dipsiz ve karanlık iki kuyuya dönüşmüştü. Birkaç günlük sakalın altından köşeli keskin çenesinin gerginliği belli oluyordu. Çıkık elmacık kemikleri ile sıradan görünen bir adamken düzgün burnu bu sıradanlığı bozup ona erkeksi bir hava katıyordu. Geriye doğru taradığı uzun siyah saçları her adım atışta savruluyor ve dalgalanıyordu. Asaletle ilgisi olmadığını bu saçlarını arkasında bağlamamasından anlayabilirdiniz.
Ona bakmaktan kendini alamıyordu genç kadın.
Nasıl göründüğünü umursamayan bir havası vardı Celladın Oğlu’nun. Göğsünü açıkta bırakan beyaz gömleğinin üzerine boyun bağı bağlamayı lüzumsuz görmüş olmalıydı. Her adım atışta siyah pantolonu kaslı baldırlarını ortaya çıkarıyor bu da ona vahşi bir hayvanın zarif yürüyüşünü hatırlatıyordu. Yanından geçenlerin birkaç adım uzaklaştığı karanlık bir havayı çevresine yayıyordu.
“Onu durdurabilecek misin?” diyen kadına döndü.
“Evet!” dedi kısaca. Sesi sert ve kesindi. İçinde yaşadığı korkuyu kesinlikle yansıtmıyordu.