Bölüm...İki hafta önce — Ahmet’in ağzından:
Sabah, güneşin cılız ışıklarıyla gözlerimi açtım. Yavaşça kalktım ve giyinmeye başladım. Üstümü giyip odadan çıktım. Yavaşça mutfağa ilerledim.
“A—Ahmet?” dedi Ezgi, şaşkınlıkla.“Ezgi.”“Efendim?” dedi Ezgi.“Niye bu kadar erken kalktın? Hani sen bu sabah işe erken gidecektin ya, işte o yüzden erkenden kalkıp sana kahvaltı hazırladım.”“Ne gereği vardı canım benim,” dedim sıcacık bir sesle. “Aç gitmene gönlüm razı gelmedi.”“Ama zahmet etmişsin.”“Yok ya, ne zahmeti.”
“Hadi, çok yoruldun, yat artık.”“Ama Ahme—”“Ezgi, hadi, zaten benim yüzümden yoruldun,” dedim mahcup bir sesle. Yılların yükünü taşıyan omuzlarını düşürdü.“Peki,” dedi ve mutfaktan çıktı.
Ben de oyalanmadan kahvaltımı yaptım, bulaşıkları topladım ve koridora çıkıp parfümümü sıktım. Tam ceketimi giyerken arkadan bir ses geldi.
“Baba?”“Kızım? Seni ben mi uyandırdım?” dedim mahcup bir sesle.“Hayır, ben su içmeye kalktım.”“Tamam, sana iyi uykular.”“Sen nereye?”“Bugün işe erken gideceğim.”“Tamam, iyi işler.”“Şana da, Burcu,” dedim ve göz kırptım. Burcu ise sırıtarak kapıyı kapattı.
Koşar adımlarla merdivenleri indim ve arabaya doğru gittim. Arabayı karakola doğru sürmeye başladım; trafik çok sakindi. Ortamdaki sessizlikten rahatsız olup radyoyu açtım, ancak bana hitap eden bir şey bulamayınca geri kapattım.
“(Çalan kapı sesi...)”“Gir.”“Merhaba, Ahmet Bey?”“Buyurun.”“Şey, benim evime hırsız girmiş de...”“Peki, ne çalınmış hanımefendi?”
“Sena?”“?”“Hani ‘hanımefendi’ dediniz ya, işte ben Sena,” dedi ve elini uzattı. Elini sıktım ve soruyu tekrar yönelttim.“Benim için manevi yönden değerli olan bir kolye.”“Peki, merak etmeyin, kolyeyi bulacağız. Oturduğunuz yerde güvenlik kamerası var mı?”“Evet, var.”“Peki, siz bunları dışarıdaki arkadaşlara iletin. Onlar sizinle ilgilenecekler,” dedim net bir sesle.“Gerçekten çok teşekkürler, yeter ki kolyeyi bulun, ne isterseniz yaparım.”Sesimi kalınlaştırdım ve konuştum: “Hanımefendi, karşınızda T.C. İl Emniyet Müdürlüğü başkomiseri duruyor.”
“Şe—şey, öyle demek istemedim,” dedi utangaç bir sesle. Kadının utandığını görünce daha yumuşak konuştum: “Sizden tek ricam etkin bir vatandaş olmanız.”“Çok teşekkürler.”“Ne demek, görevimiz.”
Saat neredeyse dokuz olmuştu; saat on bir gibi çıkacaktım ama yorulduğum için bir kahve içmeye karar verdim. Belki birlikte içeriz diye Ali’nin yanına gittim.
“Ali, naber?”“İyi, sen?”“Ben de iyiyim. Kahve içmeye gideceğim, gelmek ister misin?”“Maalesef halletmem gereken birkaç şey daha var.”“Peki,” dedim ve Ali’nin yanından çıktım.
Daha yeni atanan bir kadın vardı; onun yanına gitmeye karar verdim, hem tanışmış oluruz diye. Odanın önüne gidip kapıyı çaldım; ancak ses yoktu. Tekrar çaldım, hâlâ ses yoktu. En sonunda kapıyı açtım; gördüklerim karşısında dilim tutuldu. Zar zor yutkunaarak, “Se—sen nasıl böyle bir şey yaparsın?” dedim.“Sus, yoksa sonu hiç iyi olmaz!” diye fısıldadı karşımdaki.