Kitap okumak bazen o kadar büyüleyici olur ki dünya, zaman, hatta sen bile kaybolursun içinde. Kelimelerle dolu o küçük evren, dışarıdaki karmaşadan uzak, sadece senin ve hikâyenin olduğu bir yer haline gelir. Kitaba o kadar dalarsın ki çevrendeki her şey bulanıklaşır, sanki sen bir köşede otururken dünya sessizce akmaya devam ediyormuş gibi hissedersin. O anlarda zamanın anlamı yoktur. Sadece kelimeler vardır. Sayfalar vardır. Ve onların anlattığı hayatlar…
İşte ben de şu an tam olarak öyle bir anın içindeydim. Odamda yatağımın üzerinde, elimde beni her cümlesiyle daha da içine çeken bir kitapla sayfalar arasında kaybolmuş, dış dünyaya gözlerimi kapatmıştım. Kitabın satırları gözümün önünden akıp gidiyordu. O kadar dalmıştım ki, sayfaları çevirirken zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyordum
O an bir kez daha fark ettim ki, benden kendimi tanıtacağım özelliklerin listesini yapmam istenseydi ilk sıraya kitap kurdu oluşumu eklerdim. Çünkü beni en iyi tanıtacak özelliklerimden biri buydu. Çok okurdum. Okurken gözümün önündekileri görmediğim anları yazmaya kalksam buna hiç uyumadan bir haftamı dâhil edebileceğimi rahatlıkla söyleyebilirdim.
Her türe açıktım. Polisiye, gerilim, fantastik, bilim kurgu… Ama içlerinde bir tanesi vardı ki her seferinde ön yargıyla başlayıp sonra da başımı kaldıramadığım o tür: Gençlik romanları.
Tam şu an yine kendimi bu tür bir kitaba kaptırmış, bir yandan ana karakter olan kızın ne yapacağına dair tahminler yürütürken, bir yandan da gözümü kırpmadan kitabımı okuyordum.
Sonu tahmin ettiğim gibi biterse sinirden kitabı parçalayacağımın garantisini şu an stresle dudaklarımı kemirerek okumam tesciller nitelikteydi. Kızın, diğer ana karakter olan başkomiseri affetmemesini istiyordum. Affetmemeliydi. Özellikle de adamın ona çektirdiklerinden sonra, asla.
Son hız okumaya devam ederken, dikkatimi çok kısa bir an çalan zilin sesi dağıttı. Umursamayıp okumaya devam ettiğim sırada üstüne kapı da eklenince oflayarak başımı kitaptan kaldırdım.
Sessiz kalıp evde yokmuş gibi davranmak mantıklı gelse de apartmandaki herkes evde olduğumu bildiğinden az önce son derece mantıklı gelen bu fikir, şu an uygulanması imkânsız gibi gözüktü gözüme. Üstüne bir de yakın arkadaşım Elif,yarım saat önce arayıp yanıma geleceğini söylemişti ve şu an kapıyı çalanın onun olma ihtimali yüksekti.
Elimdeki kitabı daha sıkı kavrarken oturduğum yatağımdan kalktım. Okumaya devam ederek kapıya doğru yürümeye başladım.
Odamın kapısına çarpmamla başlayan kısa yolculuğum, salonun duvarlarına çarpmamla devam ederken bu durumu umursamayıp kitabı okumaya devam ettim. Sonunda dış kapıya vardığımda gözümü kitaptan ayırmadan kapıyı açtım.
“Hoş geldin,” dedim.
Elif’in, başta bir dolu laf ederek başladığım kitaba şu an kendimi kaptırarak okuduğumu görmesi bana her türlü şeyi söyleme hakkını veriyordu ancak şu an bunları dinlemek istemediğimden sözü, o bir şey söylemeden devraldım.
“Hiçbir şey söyleme lütfen,” dedim gözüm hâlâ