"İçelim o zaman, şerefine!"
Ahşap masaya yasladığı dirseği belli bir açıyla büküldü. Odanın karanlığıyla sevişen gün ışığı, eskimiş perdelerin yırtıklarından sızıp, dudaklarından önce rakı bardağını öpüyordu. İnce, kemikli parmakları bir erkeğe göre oldukça narin görünüyordu. Gözlerimin iştahına sunduğu bu görüntü anlık olarak düşünmemi engelledi. Sıkıca kavradığı bardağın içindeki rakıyı tek dikişte midesine gönderdi. Bu kaçıncı kadehti bilmiyorum. Konuşmuyordum, sadece izliyordum ne yaptığını, ne yapacağını...
"Bakma öyle aval aval. Hiç duymadın mı söyleneni? 'İntihar etmeyeceksek içelim' demişler. İçiyorum işte"
Dişçiden yeni çıkmış, ağzı uyuşuk bir çocuk gibi konuşuyordu. Neden hala yanında olduğumu dahi bilmiyordum. Neden konuşmadığımı da, neden anlamsızca onu izlediğimi de. Gözlerimi çektim ellerinden. Üstünde oturduğum eski koltuğa diktim bu defa. Her yerinde yırtıklar ve lekeler vardı. Bu eski eşyalar, ahşap duvarlar, dökme betona benzeyen bu yerler. Neredeyim ben? Neden buradayım?