0Beğeni
2Okunma
3
Bölüm
4,664Kelime
23 dkSüre
02.11.2025Tarih
İKİ YÜZ. BİR SIR. PEKİ, HANGİSİ GERÇEKTİ?ALAZ KANDAROĞLU: Karadeniz’in yeraltı dünyasının sarsılmaz lideri. Sözü kanun, duruşu dehşetti. Bölgedeki tüm uluslararası kaçakçılık ağlarını dize getiren, acımasız ve karizmatik bir diktatör. Ama onun gücünün ve acımasızlığının ardında, hayatını kökten değiştiren büyük bir sır yatıyordu.AVA ÇİÇEK: Rize'nin sisli dağlarında, yeşil gözleri ve tatlı diliyle huzur dağıtan, masumiyetin simgesi bir öğretmen. O, Alaz'ın karanlık dünyasına sızan en saf ışıktı. Ancak o masumiyetin ardında, göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir tehlikeyi ve hayatını değiştiren bir geçmişi saklıyordu.Onlar birbirlerine deli gibi âşık oldular... ama ikisi de, karşılarındakinin kim olduğunu bilmiyordu.Aşkları, iki büyük yalanın üzerine kuruldu. Tutkunun en yoğun anlarında bile, ikisi de kendi gerçeğini saklamak zorundaydı. Biri aşkını korumak için, diğeri ise hayatta kalmak için yalan söylüyordu.Peki, büyük sırlar aşkın ateşine yenik düşer mi? Yoksa bu ateş, yalnızca gerçeği yakıp kül mü eder?Öğretmenin çekiciliği, mafya liderinin sert duruşunu ne kadar süre gizleyebilir? Karadeniz'in en güçlü adamı, âşık olduğu kadının karşısında çaresiz kalacak mı?"GÖLGEDEKİ ALEV" sizi, tutku, ihanet ve amansız aksiyonun birleştiği, sırların ve kimliklerin son ana kadar çözülemeyeceği bu nefes kesici romansa davet ediyor.Bu tehlikeli aşkın sonunu öğrenmek için hemen okumalısın!
Alaz Kandaloğlu
Alaz Kandaloğlu
Ben... Ben çocukluğu elimden alınmış, gaddar, insana ait hiçbir kırıntı olmayan biriyim. Karşımda herkesin korkarak konuşması, saygıdan çok dehşetle titremeleri benim için en önemli etkendir. Eğer senden korkarlarsa yaşatırlar, korkmazlarsa ezerler. Bu acımasız kuralı, bu kanlı gerçeği çok ama çok acı bir şekilde öğrendim.
Gözyaşlarımla ıslanan çocukluk defterimde, en mutlu satırlar Rize’de, o köhne köyde, eski tahta bir evde yazılmıştı. Babam gariban biriydi. Annem ile kaçarak evlenmişler. Ne annemin ailesi sahip çıkmış ne de babamın ailesi. Yokluk içinde bir cennet kurmuştuk biz. O eski tahta evde mutlu, huzurlu yaşarken... kara dumanlar gibi köyümüze eşkiyalar inmiş. Milletin malına mülküne çöreklenmişler.
Bir de anneme göz koymuşlar şerefsizler. Babam annemi korumak isterken o şerefsizlerin kör kurşununa denk gelmiş. Göğsünden fışkıran kan toprağa değil, benim çocuk kalbime akmıştı. O sıcaklık, o ölüm kokusu; hayatımın ilk gerçek travmasıydı. Can vermiş zavallı babam... Ardında darmadağın olmuş bir hayat ve gözü yaşlı bir kadın bırakarak.
Babamdan sonra en yakın dostu, bizim için bir dağ olan Sinan Amca yardım ediyordu bize. Askerde bile unutmamıştı bizi. Ta ki o kara gün gelene kadar. Sinan Amca'nın cenazesi günü o kadar çok ağlamıştım ki... O toprağın kokusu, annemin hıçkırıkları ve omuzlarındaki tabutun ağırlığı... Hepsi birden boğuyordu beni. Artık yeryüzünde bize sahip çıkan, bizi koruyan, sırtımızı dayayabileceğimiz hiç kimse kalmamıştı.
Zaten onun Şehit olduğunu duyduktan sonra başlamıştı köylünün zulümleri.
Köylü: "Dul karı, defol buradan!"
Köylü: "Kocanın başını yedin, bizim kocalarımızın da başını yeme!"
O günü, o çaresizliğin ve nefretin havada asılı kaldığı anı, ne ben ne de annem unutabildi. Sinan Amca'nın cenazesi günü benim hayatım tamamen değişti. Ben yerde, sivri kenarlı, soğuk bir taşın üzerinde hüngür hüngür ağlarken, yanıma o şanlı, o kutsal formalı bir asker yaklaştı.
Asker :"Evlat," dedi. Sesi, fırtınadan sonraki ilk sakinlik gibiydi.
Kafamı kaldırdığımda uzun boylu, Heybetli bir adamdı. Güneşi de arkasına almıştı, öyle parlıyordu ki gözlerim kamaştı.
Asker: "Ağlamak sana hiç yakışıyor mu?"
Asker: "Bak Sinan şehit oldu. O ölmedi. O hep yaşayacak." Bunu söylerken gözlerindeki gurur, benim içimdeki acıyı bir anlığına dindirdi.O an çocuk aklımla sormuştum:
Alaz : "Nasıl?"
O da o üniformalı asker de geldi yanıma, tıpkı benim gibi oturdu. Toprağın soğukluğunu, onun ceketindeki madalyaların metalik hissi bastırdı.
Oğuz Sancar: "Şöyle... Senin adın Alaz değil mi? Ben de Oğuz Sancar."
Alaz : "Evet abi. Alaz. Ama siz nereden biliyorsunuz ki beni?"
Oğuz Sancar: "Sadece ben değil, bütün Ekip biliyor senin kim olduğunu."
Alaz : "Ekip mi?" diye sordum. Sahi beni nasıl bilirdi ki? O an kurduğum hayaller bile cılız kaldı.
Oğuz Sancar: "Evet. Sinan amcan seni öyle bir heybetli anlattı ki... Gözlerinde