Bir kütüphanede sadece geceleri açılan gizli bir bölüm var. Oradaki kitaplarda insanların en gizli düşünceleri yazıyor. leyla kendi adıyla yazılmış bir kitabı buluyor ve kitapta, hiç tanımadığı birine âşık olduğu yazıyor. Ertesi gün bu kişiyle karşılaşıyor.
1.bölüm
Sabahın ilk ışıkları İstanbul’u gri bir örtü gibi kaplamıştı. Sokaklar hâlâ sessiz, araçlar seyrek, kuşlar ise uzaklarda cıvıldıyordu. Ben, Leyla Kara, elimde not defterim ve omzumda çantamla adımlarımı hızlıca atıyordum. Günlük rutinim, gazeteciliğin getirdiği alışkanlıklar… ama bugün sıradan bir gün değildi.
Telefonum cebimde titredi; kısa bir mesaj, “Eski kütüphaneyi kontrol et, ilginç bir şeyler var” yazıyordu. Gönderici adı yoktu. İçimde hafif bir heyecan belirdi. Bu tip gizemli ihbarlar, mesleğim boyunca karşılaştığım en keyifli sürprizlerden biriydi.
Kahvemi aldım, yürüyüşümü yavaşlattım. Şehrin sabah sessizliği bana her zaman ilham vermişti. Dikkatlice etrafı gözlemliyor, insanların yaşamlarının en küçük ayrıntılarını zihnime kaydediyordum. Bir gazeteci için gözlem yapmak, içgüdüler kadar önemlidir; neyi not alacağını bilmek, bazen haberi yazmaktan daha kritiktir.
İlerlerken not defterimi çıkardım, caddenin taş taşlarını gözlemleyerek yazmaya başladım: sabahın sessizliği, uzaklardan gelen tramvay sesi, kaldırımlarda yürüyen birkaç erken uyanan insan… Her ayrıntı, daha sonra yapılacak bir haberde veya bir röportajda işe yarayabilirdi.
Kısa bir süre sonra eski bir taş binanın önüne geldim. Koca, ağır kapısı yılların yorgunluğunu taşıyordu. Üzerinde silik harflerle yazılmıştı: “Gölgelerin Kitaplığı”. Kapının önünde durup derin bir nefes aldım. İçeri girmek istemek ile korkmak arasındaki ince çizgiyi hissediyordum.
Kapıyı ittim ve içeri adımımı attım. Hava, içeride farklıydı; soğuk, ağır ve biraz da nemli. Tozlu kitap kokusu burnuma doldu, gözlerimi kısmak zorunda kaldım. Raflar yüksekti ve karanlığa uzanıyordu. Aralardan süzülen hafif ışık, toz zerreciklerini dans ettiriyor, her köşe başka bir gizemi fısıldıyordu.
Rafların arasında ilerlerken, eski cilt kitapları inceledim. Her biri farklı bir tarihten, farklı bir hikâyeden kalmış gibiydi. Parmak uçlarım kitapların kabartmalarına, yıpranmış kapaklarına değdi. Bazıları öyle eskiydi ki, dokunmak istemeyecek kadar değerli hissediliyordu.
Bir süre oturup bir rafın önünde not aldım. “Sayfalar arasında kaybolmak… gazetecilik hayatımda nadiren bu kadar huzur hissetmiştim,” diye düşündüm. Ama huzur, aynı zamanda merakla karışıyordu; çünkü bu kütüphanede, sıradan kitaplar değil, yılların unuttuğu ve sakladığı hikâyeler vardı.Rafların arasında yavaşça yürürken her kitap bana başka bir zamanın kapısını aralıyordu. Parmak uçlarım sayfaların kabartmalarına dokunuyor, eski mürekkebin kokusunu içine çekiyordu. Bazı kitaplar neredeyse yok olma noktasındaydı; sayfalarından dökülen toz, sanki tarih boyunca sakladıkları sırları fısıldıyordu.
Not defterimi çıkardım ve her ayrıntıyı yazmaya başladım. Gazetecilikte öğrendiğim en önemli şeylerden biri, hiçbir detayı göz ardı etmemekti. O an hissettiğim sessizlik, kitapların kokusu, ışığın raflara düşme şekli… Hepsi ileride bir haberin ya da belki de bir sır perdesinin anahtarı olabilirdi.
Bir rafın önünde durdum; üzerinde küçük bir levha vardı: “Geçmişin İzleri”. Kitapların çoğu eski el yazmalarıyla doluydu. Sayfaları çevirdiğimde bazı notlar dikkatimi çekti; kim bilir kim tarafından yazılmıştı, belki yıllar önce