Her insanın kalbinde, bazen dile getirilmeyen bazen de sessizce saklanan hayaller vardır. Kimisi küçük bir mutluluk peşindedir, kimisi büyük hedeflerin ardında koşar. Hayaller, insanın ruhunu ayakta tutan, karanlıkta bile ışık gösteren bir fener gibidir. Ancak hayat her zaman yolumuzu kolaylaştırmaz. İmkânsızlıklar, engeller ve çevremizin baskısı, çoğu zaman içimizdeki cesareti zayıflatır.
Kimi insanlar, tüm zorluklara rağmen hayallerine ulaşır; çünkü yüreklerinde sarsılmaz bir inanç taşırlar. Kimileri ise çevre baskısı, korkular ya da umutsuzluk yüzünden yarı yolda kalır. Oysa unutulmaması gereken en önemli şey, başkalarının bizim için ne düşündüğü değil, bizim kendi hayatımızdır. Başarıya giden yol, başkalarının sesini kısmaktan ve kendi içimizin sesini duymaktan geçer.
İmkânsızlık dediğimiz şey, aslında çoğu zaman bizim zihnimizin koyduğu sınırlardır. Bir engeli imkâna çevirmek, küçük bir adımla başlar. Cesaret, sabır ve kararlılık… İşte bunlar, hayalleri gerçeğe dönüştürmenin anahtarıdır. Yol bazen uzun ve yorucu olsa da unutma: Hayallerinin peşinden gitmek, aslında kendine verdiğin en büyük değerdir.
hikayemizde dünyanın karakterimizin azimini okuyacağız.
0.1 ilk başarı
Dünya, henüz 22 yaşındaydı…Hayallerine kavuşmak için herkese, her şeye rağmen dimdik ayakta durmuştu. Çocukluğundan beri tek hayali vardı: polis olmak. Ama bu hayal, hiç de kolay değildi. Atanmayı beklemek, sınavlardan geçmek, zorlu parkurları tamamlamak, sabretmek… Hepsi bir yana; en zor olanı, çevresindeki insanların bakışları ve sözleriydi.
Ailesi, ona her zaman başka meslekler önermişti. Daha prestijli, daha güvenli, daha garantili işler… Belki de kızlarını korumak istemişlerdi, belki de polisliğin ne kadar tehlikeli olduğunu bildikleri için yürekleri el vermemişti. Çünkü polislik, zordu… Çünkü polislik, ölümle burun buruna gelmekti. Çünkü polislik, bazen evine dönüp dönemeyeceğini bilmeden göreve çıkmaktı.
Ama Dünya için bunların hiçbiri fark etmedi. O, polisliği bir meslekten öte; bir yaşam biçimi, bir ideal, bir dava olarak görüyordu. Gerekirse şehit bile olurum! demişti içinden defalarca. Çünkü onun için vatana hizmet etmek, kendi canından bile kıymetliydi.
Ne yoruldu, ne pes etti, ne de vazgeçti… Her düştüğünde ayağa kalktı. Her engelde daha çok çalıştı. Gözyaşlarını gizlice sildi, ama kimseye göstermedi. İçinde büyüyen ateş, hayalini canlı tuttu. Ve sonunda… Gün geldi, hayalini süsleyen okuldan mezun oldu.
Bugün ise bambaşkaydı… Çünkü bugün, büyük gündü.Atanma sonuçları açıklanacaktı. Dünya, kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Ellerini kenetledi, derin bir nefes aldı. Onca yılın emeği, gözyaşı, uykusuz gecesi, duaları ve sabrı… Hepsi bu ana çıkıyordu.
Acaba sonuçlarda ne yazacaktı?Acaba hayalini kurduğu üniformayı giyebilecek miydi?Acaba Polis Memuru Dünya diye anılacak mıydı?Dünya, polisliğe atandığını öğrendiği o an, tarifsiz bir mutluluk hissetti. Sanki bütün korkuları, endişeleri bir anda silinmiş, yerini hiç dinmeyecek bir sevinç almıştı. Başarmıştı. Hayallerine sonunda kavuşmuştu. Bu haberi ailesine hemen söylemesi gerekiyordu; biliyordu ki onları ikna etmek kolay olmayacaktı. Ailesi, onun polis olmasına karşıydı, ama en azından sakin bir şekilde dinleyeceklerini, bağırıp çağırmayacaklarını biliyordu.
Bilgisayarını bırakıp merdivenlerden aşağı inerken kalbi hızla çarpıyordu. Mutluluk ve heyecan, ellerini titretse de yüzünden okunuyordu. Mutfakta annesi, o lezzetli kahvaltıyı hazırlamış, babası da elinde çayıyla masada oturuyordu. Babası, hafif endişeli bir sesle, “Kızım, otursana… Aç kalma, dün de bir şey yemedin zaten,” dedi.
Dünya derin bir nefes aldı ve heyecanla konuştu: “Size bir şey söylemem lazım.”
Annesi gözlerini kısarak ona bakarken, “Kızım… Endişelenmeye başlıyorum. Ne oldu? Anlat hadi, günlerdir halsizsin. Hastalanıyor musun?” diye sordu.
Dünya gülümsedi, gözleri parladı ve “Yok anne, iyiyim. Ben… polisliği kazandım. Atandım!” dedi.
Annesinin ve babasının yüzü bir anda düştü. Dünya bunu fark etti ve bir an için korktu: ya anne babası onu desteklemezse, ya mutluluğunu paylaşmazsa…
Babası derin bir nefes aldı, gözlerinde hem endişe hem de gurur vardı: “Kızım… Vazgeçmeyeceksin, değil mi? İlla tehlikelere mi atılacaksın? Sen görmüyor musun… Annem ve