Yatağının üstüne çöküp kalmıştı genç kız. Bakışları odanın bir köşesine takılı kalmışken, gözyaşlarını akıtmamak için tüm gücüyle direnmekteydi aynı zamanda. Ağlamamalıydı...
Üstünde birkaç gün önce severek aldığı elbisesi vardı. Saçlarını ise bu güne özel yapmış, taşlarla süslü bir taç bile takmıştı. Tüm bu hazırlığın sebebi ise en yakın arkadaşı Meryem’in ağabeyinin düğününe katılacak olmasıydı. Kısacası bu düğün için kendisine çok özenmişti. Çünkü ilk kez bir mahalle düğünü görecekti.
En azından Hasret göreceğine kendini inandırmıştı. Tüm hayalleri babasının tek bir sözüyle tarumar olana kadar da bu inancını korumuştu. Sahi ne demişti babası?
“Senin bir kenar mahalle düğününde, o varoş insanların arasında ne işin var? Otur oturduğun yerde, hiçbir yere gitmiyorsun!”
Hayatında ilk kez babasına karşı öfke duyuyor, onun insanları sınıflandırmasından nefret ediyordu. Zaten sırf ailesi yoksul diye Meryem ile arkadaşlık kurmasına bile başlarda birçok laf etmemiş miydi? Sonrasında Hasret’in yalvarışları karşısında biraz olsun yumuşamış olsa da, düşüncelerinin tümüyle değişmesinin asla mümkün olmayacağını biliyordu genç kız. Babası yoksulluğu bir illet gibi görüyor, maddi gücü yetersiz insanlara, onlarla selamlaşacak kadar bile değer vermiyordu.
Bunun sebebini kendini bildi bileli hep merak etmişti. Neden babası o insanlara karşı bu kadar katıydı? Fakir olmak suç muydu? O insanların elinde olsa o yoksul hayatı mı seçerlerdi? Tüm bu soruların cevapları koca bir ‘Hayır’dı. Sadece babası Memduh Bey zenginliğiyle fazlasıyla övünen bir adamdı ve kendi sınıfına ait olmayan insanları küçük görme gibi bir huya sahipti.
Buna rağmen kızını bir devlet okuluna göndermekte bir sakınca görmemişti. Bunun sebebini hep merak etmişti Hasret ama babasından hiçbir zaman tatmin edici bir cevap almayı başaramamıştı.
Telefonunun sesiyle düşüncelerinin arasından sıyrıldı. Komodinin üzerindeki telefona uzandığında arayan kişinin Meryem olduğunu gördü. O an dudaklarının kenarında beliren buruk tebessüme engel olamadı.
“Alo?”
“Hasret neredesin?”
“Evde,” dedi genç kız üzgün bir sesle.
“Düğüne gelmeyecek misin?”
Bu soruya bir cevap vermeden önce ciğerlerini derin bir nefesle doldurdu. “Gelmek istiyorum ama gelemiyorum. Babam beni odaya kilitledi, düğüne de gitme yasağı koydu.”
“Ciddi misin? Peki ama neden?”
Dilinin ucuna kadar gelen gerçekleri yutmak zorunda kaldı genç kız. Babasının tavrını Meryem'e anlatamazdı, çünkü arkadaşını üzmeyi göze alamıyordu. Bu yüzden yalan söylemeyi seçti. “Geçenki matematik sınavından zayıf aldığımı öğrendi, kendince beni bu şekilde cezalandırıyor işte.”
“Üzüldüm. Oysa ben kendimi senin düğüne geleceğine çok hazırlamıştım. Neyse, sağlık olsun.”
Hasret de bu gecenin hayalini uzun bir zamandır kuruyordu. Bu yüzden hayallerinden böyle kolayca vazgeçmek istemiyordu! Bakışları pencereye doğru kaydığında, aklına gelen kurtuluş yoluyla birlikte gözleri parladı.
“Ben ne olursa olsun o düğüne geleceğim Meryem.”
“Nasıl geleceksin? Baban seni odaya kilitlemedi mi?”
“Kilitledi. Ama ben gerekirse kapı yerine pencereden çıkar yine de