Elinde bir çiçek vardı. Ben diyeyim eflatun bir menekşe siz deyin ondan rol çalmış yalancı bir bahar gülü. Simsiyah, belinden akmış, gür saçlarını tutamamıştı hiçbir toka. Yazları annemin yaptığı kızartmanın üstüne döktüğüm yoğurt misali kayıp gitti boğazımdan yumuşacık bir his. Gözleri kapkara bir kehribar taşı misali parlıyordu. Gördüğüm an değerini anlayacağın kadar göz alıcı bu genç kız karşımda elinde çiçeği ile beni beklemiyor olmalıydı. Bugün, benimle birlikte özgürlüğe kanat açacak olan tutsak başka bir kuşun yariydi belki de. Benim bir bekleyenim olmayacağını bildiğimi fark ettim o ana kadar anın hayalini kurarken kimseyi sahneye dahil etmememe rağmen. Gökyüzüne kaldırdım başımı. Sıcaktı, güneş tam tepede, öğle vakti temmuz yazı, ıslak elbiselerimle oturuyorum diye taşa annemin kızışları kulağımda... Sarımsaklı bir koku burnumda. Yaz kızartmasının tadı damağımda. Domatesli bir sos yapmış annem şimdi, sarımsakları ezerek atmış içine, en çok patlıcana denk gelecek şekilde gezdirmiş gecikmiş öğle yemeğinin üzerine. Deminden bahçe sularken ıslandım diye annem sıcacık bir duş aldırmış olacak bana, yedim mi de yemeği sızıp kalasım gelecek koltukta. Kıraatte uyunmaz dedikçe annem daha çok uyuyasım gelecek. Bana bakan kehribar gözleri görmesem oracıkta o yaz gününü bitirirdim hayalimde.
Yarım kaldı, hayatım gibi.
Kursağımda kaldı, tüm hevesim gibi.
"Merhaba!" dedi bana. Yirmisinde vardı ya da yoktu. Yaşım da bugünüm de dünüm de tam on sene evvelinde kalmıştı. Tüm merhabalarım gibi. "Sana bunu getirdim." Eflatun çiçeği bana uzattı. Kimse bana çiçek vermedi bugüne dek. Kimse! "Alsana."
"Menekşe." dedim. Hani bana yakışmaz güzelim çiçek anlamında. Yanılıyorsun beklediğin ben değilim bile demek istedim tek bu sözle.
"Yok!" dedi pembe dudaklarında yumuşacık bir hevesle beliren gülümsemesiyle. Teni berraktı. Yüzü bembeyaz, sanki hiç güneş görmemiş bugüne dek. Yanakları hafiften kırmızı, bir şey dokunmuş sanki. Belki çiçeğe alerjisi vardı bilmiyordu. "Bu hüsnüyusuf. Bir şair karanfili. Sen şair değil misin?"
"Değilim." İnkar ederken titredi sesim. Kalemim de kalmamış mıydı her şeyimle birlikte on sene evvelinde? Daha nelerim mi kalmıştı? Ohoo saysam... Hadi sayayım. İnancım, bağlılıklarım, umudum, sevgim, vicdanım, sesim, soluğum, nefesim, annem, babam, bacım, sevdam, malım, mülküm, adım, sanım... Vazgeçtim! Sayılmazmış.
"Bir zamanlar öyleydin ama."
O bir zamanları bilecek kadar büyük görünmedi gözüme. Şuncacık çocuktu belli ki dediği zamanlar. Abi diyordu bana, şeker veriyordum avucuma gizleyip yumruk yaptığım ellerimi ona uzatarak hangisinde bil bakalım diye sorup da oyunbazlık ediyordum. Çocukları severdim. Fakat bu çocuğu tanımıyordum.
"Sen kimsin?"
"Benim ismim Şimal. Senin isminle aynı yani. Hı, şey, eş anlamlı. Değil mi?"