Herkesin muhteşem bir hayatı olmayabilir.
Benimse 17. doğum günüme kadar güzel ve oldukça lüks bir hayatım vardı.
Hayatının bir anda altüst olacağını nereden bilebilirdim ki?
Yıllar önce, her şeyi arkamda bırakmaya karar vermiştim. Ama her akşam üzerime çöken karanlığın altında kalıyor, bir türlü kurtulamıyordum.
Eğer o zamanlar Akay Baba beni yanına almasaydı... Kim bilir şimdi nerede, kim olarak olurdum.
Onun sayesinde bu yaşımda dedektif oldum. Özel eğitimler aldım. Şimdi ise bazı zamanlar, zor davalarda benden yardım istiyor.
Ondan önce Derin’dim.
Şimdi ise onun kızı, İzel Erez.
Ama siz bana sadece “İz” diyebilirsiniz.
Saat 02.12.
Telefonun çalmasıyla uyandım.
Ekranda tanıdık bir isim: Akay Baba.
Sesi her zamanki gibi karanlık ve sertti.
“Güzel kızım, seni bu saatte rahatsız ettiğim için üzgünüm... ama burada sana ihtiyacımız var. Hemen gelebilir misin?”
Tonundaki tuhaflık, içime ürperti gibi çöktü.
Hemen kalktım. Elime ilk gelen siyah pantolon ve beyaz gömleği giyip, üzerine deri ceketimi geçirdim.
Mutfaktan kahvemi termosuma koydum ve gönderdiği konuma doğru yola çıktım.
Saat 02.46.
Olay yerindeydim.
Etraf zifiri karanlıktı. Birkaç polis arabası ve olay yeri inceleme ekibi oradaydı.
Arabayı kenara park edip, Akay Baba’nın yanına ilerledim.
Buraya adımımı atar atmaz burnuma dayanılmaz bir koku doldu.
Kuyunun etrafında toplanmışlardı. Tel örgülerle çevrili, ormanın derinliklerinde unutulmuş bir alandı burası.
Sadece personelin girebildiği bir bölgeydi.
Mustafa Bey adında yaşlıca bir adam yanıma geldi.
Yüzü solgundu, gözlerinde korku kadar yorgunluk da vardı.
“Kuyu…” dedi boğuk bir sesle. “Önce gelen kokudan rahatsız oldum. Hayvan zannettim... ama sonra… dört tane baş vardı… aşağıda…”
Bir adım geri çekildim.
Gözlerim o karanlık kuyuya kilitlendi.
Beni içine çeken karanlık yalnızca kuyunun derinliğinde değil, geçmişimin ta kendisindeydi.
Bu sadece bir vaka değildi.
Bu, yıllardır kaçtığım şeyin ilk adımıydı.