Karanlığın verdiği korkunç ve sessiz hava her yanı sarmıştı. Yanımda tek bir ses vardı, sessizliğin içinde uğuldayan bu ses kulağımı dolduruyor, zihnimi titretiyordu. Neler oluyordu böyle? Nerede olduğumu, neden gözlerimi açamayacak kadar yorgun hissettiğimi anlayamıyordum. İçimde sorular birikiyor, cevapsız kalıyor, yorgun bedenim ise her hareketi ağırlaştırıyordu.
Tam o anda, kapıdan hafif bir tıkırtı geldi. Yanıma biri oturdu ve elimde tuhaf bir his bıraktı; sanki elime dokunan şey gerçek dünyadan değildi. Bir şeyler mırıldanıyordu, ama sesi öylesine kısık ki kelimeleri seçmek neredeyse imkânsızdı.
“Ne zaman uyanacaksın Evin! Yeteri kadar uyumadın mı sence?”
O an, adımın söylenişiyle kalbim sıkıştı. Evin… Ben miydim o? Uyuduysam bile ne zamandır? İçimde bir yerlerde, tanımadığım bir bilinç ve hafif bir titreşim hissettim, sanki karanlığın ardında başka bir dünya vardı. Kapı tekrar açıldı, tanıdık ama rüya gibi bir ses yankılandı: