Vicdan...
Ağır ve güçlü bir duyguydu. İnsan, bu duyguyla nasıl baş edeceğini bilemez;
bazen kalbin tam ortasına acı verip orayı yakıp geçerdi.
Kimsenin de
kolay kolay taşıyabileceği bir duygu değildi. Bazıları, bu duyguyu içinde
bastırır ve görmezden gelirdi. Ama geçmişte ya da gelecekte yaptığımız
hataların üstü hiçbir zaman silinmezdi.
Bırak silinmeyi, üstü buğulanmazdı bile.
O
sakladığımız, bastırdığımız vicdan hiç beklemediğimiz bir şekilde ortaya
dökülürdü; kalbi sızlatır, gözde yaş bırakırdı.
Çünkü insan, vicdanı hatırladığı müddetçe hiçbir hata unutulmuş değildir.
.......................................
27 Ekim
Perşembe, saat 17.27
Elimde, tetiği çekilmiş silahı doğrulttuğum bakışlarım yoğunlaştı. Sakin
kalmaya çalışırken, göğsümde hissettiğim korkuyla elim bir anlığına titredi.
O, tam kurşun yağdıracakken hızla silahımdan kurşun yağdırmaya başladım. Gözlerim kapalıydı; kaç kurşun attığımı saydım. Tam tamına yedi kurşun.
Gözlerimi tekrar açtığımda, Gamze’yi yerde kanlar içinde gördüm. Yutkunarak, onun beyazlaşan yüzüyle birlikte silahımı yavaşça aşağı indirdim.
Gamze’nin yerde hareketsiz yatan bedeniyle onun yanına koştum ve ona doğru eğildim. Başucuna oturduğumda, bir elimi onun boynuna götürdüm.
“Nabzı atmıyor.” Dudaklarımın arasından çıkan tek bir cümleyle elimi hızla Gamze’nin boynundan çektim.
O ölmüştü… Hem de tam tamına yedi kurşunla bu dünyaya gözlerini yummuştu
...
Şimdiki Zaman:
Babam bu âlemde hep güçlü, lider ve kararlı olarak anılmıştı. Bir yandan da
korkusuzdu; çünkü korkutan hep o olurdu. Onun ismini duyan herkes bir adım geri
çekilir ve hafifçe başını eğerdi.
Bu, küçüklüğümden beri böyleydi. Bu yüzden ben de babama son derece saygılı davranmış ve önünde güçlü görünmeye çalışmıştım. Çünkü onun bana da öyle olduğunu düşünmüştüm hep.
Oysa babam, âlemde nasıl tanınıyorsa bana karşı tam tersiydi. Şefkatli, merhametli ve eğlenceli bir adamdı. İşte bu, benim bu hayattaki en büyük şansımdı. Çünkü kimse bu
Mafyalıkla dolu büyük ve korkutucu âlemde mükemmel bir insan olamazdı. Ama babam öyleydi.
Her ne kadar sadece ailesine karşı olsa da…
Annem ise ikon bir kadın olmuştu her zaman. Ona benzeyen çok yönüm olmasa da annem hâlâ ona benzediğimi düşünüyor, en azından bunu ümit ediyordu.
Ama benim bütün huylarımı babamdan almış olmama rağmen annem bunu kabullenmiyordu. Bu yüzden kendinde ne özellik ne hareket varsa, hepsini benim üstüme etiket gibi yapıştırmaya çalışıyordu.
Ama pek de başarılı olamıyordu tabii bu konuda. Çünkü ben onun hazırladığı ve şekil verebileceği bir oyun hamuru değildim; fırına verilerek sabit kalacak bir hamur hiç değildim.
“Gerçekten yıldım, bir insanın ailesi salak olabilir mi ya!?” diyerek odama giriş yapan anneme doğru kafamı çevirdim. Yine onu sinirlendirecek o mühim şey hakkında içimden fikirler edinmeye başladım.
“Ne oluyor?”
dediğimde annem bana döndü.
“Dünyadan haberin yok, balca. Bu odaya tıkanmışsın, resmen çıkmıyorsun.”
dediğinde bıkkınlıkla ona döndüm.
“Mesleğimi seviyorum sadece, onun üstüne çalışmak beni mutlu ediyor anne.”