Angelina, Uyandığında yerdeydi.
Soğuk, pürüzsüz bir zemine yüzüstü serilmişti. Gözlerini kırpıştırdığında, etrafını saran sessizlikten başka hiçbir şey duyulmuyordu. Kafasını kaldırdığında, zeminin koyu ahşap parçalardan oluştuğunu fark etti; parlatılmış, cilalı ama ruhsuz bir boşluk gibiydi.
Ve sonra… kapıları gördü.
Sayısını kestiremediği kadar çok kırmızı kapı, upuzun bir koridorun iki yanına sıralanmıştı. Her biri aynı renkteydi ama bazıları daha solgun, bazıları ise taze boyanmış gibiydi. Üzerlerinde hiçbir işaret yoktu. Ne bir numara, ne bir isim… sadece sessizlik ve bekleyiş.
Angelina ayağa kalktı. Başında hafif bir uğultu vardı ama canını yakan bir acı yoktu. Elini cebine attı; cebinde telefonunu aradı.
Ama yoktu...
Üzerinde ise dolabında hiç olmayan bir elbise giymekteydi. Sanki… başkası tarafından seçilmişti kıyafeti. Saten bir elbise, sade ve uzun. Parfüm kokmuyordu. Yalnızca kendi teninin hafif, uykulu kokusu vardı üzerinde.
“Neresi burası?” diye fısıldadı. Bu cümle ağzından nasıl çıkmıştı, kendisi bile bilmiyordu.
Sonra bir ses yankılandı. Ne kadın, ne erkekti. Ne içten, ne dıştan.
“Doğru seçimi hiç yapmadın. Ama hâlâ şansın var, Angelina.”
Angelina olduğu yerde dondu. Ses, sanki kalbinin tam ortasına kazınmıştı. Derinden bir titreşimle hissediyordu, sanki kalbi konuşuyordu...
“Kim var orada?” dedi, sesi çatallı çıktı.
Yanıt yoktu. Sadece adımlarının sesi kaldı geriye.
Yürümeye başladı, istemsizce. Kapıların birinden geçmek istiyordu , burdan kurtulmak ama hangisi olduğunu bilmiyordu.
Angelina solgun kırmızı kapının önünden ayrılmadan önce, içini yakan bir merakla çevresine tekrar baktı.
“Buraya… nasıl geldim?” dedi, sesi boşlukta yankılandı.
“Bu bir rüya mı?”
Yutkundu. Kendi sesini bile yabancı hissediyordu.
“Kimse yok mu? Biri bana açıklasın!”
İçindeki panik, kelimelere sığmayacak kadar büyüktü. Ayakları geri geri gitmek isterken zihni hala cevap arıyordu. “Neden buradayım?!”
Ve o an…
Bir ses duyuldu.
İçeriden mi geliyordu, dışarıdan mı, anlamadı. Sanki kulaklarının değil de kalbinin duyduğu bir yankıydı bu.
“Kim olduğunu hatırlamaya ihtiyacın var, Angelina.”
Tam o anda, koridorun karanlığından çıkıp gelen, sessizliği yaran bir hava dalgası yüzüne çarptı. Soğuk ama yakıcı bir esinti gibiydi…
İçinde bir tür bilinç vardı sanki. Saçları geriye savruldu, nefesi kesildi. Gözlerini kapadı istemsizce…
Ve anılar başladı.
Önce bir hastane odası…
Bir bebek ağlaması…
Üzerine eğilen genç bir kadının buğulu gülümsemesi…
Annesiydi bu..
“Adı Angelina olsun.” demişti kadın.
Sonra aniden sahne değişti,
Çocukluğu…
Ege kıyılarında rüzgârla yarışarak büyüyen, duvarların arasına değil hayallerin peşine koşan küçük bir kız.
Herkes ip atladığında o kitap yazardı. Defterlerinin arasında küçük notlar, aşk mektupları ve yazılmamış sonlarla dolu delice yarım hikâyeler…
Lisedeki ilk aşkı…
Sınıfın en sessiz çocuğu: Kerem.
Ona sadece bir defa “yazdığın o şiiri okudum” demişti.
Ama yine devamına cesaret edemedi. Yine uzaklaşmıştı.
Angelina o günden sonra kendi kalbini yazmakla lanetlenmişti.
Sonra üniversite.
Edebiyat değil, bankacılık okudu çünkü ailesi “yazmakla karın doymuyor” demişti. Ama o geceleri hep yazdı. Sessizce. Gizlice. Kendi ismini bile koymadı ilk e-kitabına.
Ama patladı...
Türkiye’nin en çok