Rüya, adının anlamını hiç sevmezdi. İnsanlar ona “Ne güzel ismin var” dediklerinde sadece gülümserdi, çünkü rüya değil, gerçek olmak istiyordu. Gerçek bir hayat, gerçek bir özgürlük... Fakat her sabah gözlerini açtığında kendini görünmez duvarların arasında buluyordu. O duvarlar konuşmazdı ama ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın, dışarıya adım atmasına izin vermezdi.
Evleri denize yakındı. Sabahları tuzlu rüzgâr balkonun demirlerine çarpar, denizin kokusunu odalara taşırdı. Rüya, o kokunun içini yaktığını hissederdi bazen.
Deniz oradaydı, birkaç sokak ötede, ama yine de ona ait değildi. Özgürlük bu kadar yakın olur muydu? Elini uzatsan dokunabileceğin kadar, ama yine de yasak.
Abisi Aras, evin sessiz ama sert sesi gibiydi. Yirmi dört yaşındaydı, fakat sanki yıllar onun üzerinden ağır ağır geçmişti. Her şeyden bir tehdit çıkarırdı. Rüya’nın gülüşünden, suskunluğundan, hatta nefes alışından bile rahatsız olurdu bazen. Ona göre dünya tehlikelerle doluydu. İnsanlara güvenilmezdi. “Akşam dışarıda ne işin var?” derdi. “Senin yerin evin.”
Ev, Rüya için bir sığınak değil, bir kafesti. Saat bir olduğunda sessizce kapıdan çıkardı. Adımlarını olabildiğince hafif atar, kimseye görünmeden sokağın sonuna varırdı. Sahile ulaştığında ayakkabılarını çıkarır, sıcak kumun ayaklarını kavrayışını hissederdi. Güneş, tenine dokunur, dalgaların sesi kalbinin ritmine karışırdı.
Deniz, onun tek dostuydu. Onu yargılamayan, onu susturmayan tek şeydi.
Rüya, her dalganın kıyıya vuruşunda aynı sesi duyardı: “Bekle... Her dalga bir kapı açar. Bir gün sen de geçeceksin.”
Akşamüstü yaklaştığında gökyüzü renk değiştirirdi. Mavi, turuncuya, sonra mora dönerdi. Her renk değişimiyle birlikte Rüya’nın içindeki umut da şekil değiştirirdi. Fakat cep telefonuna düşen kısa bir mesaj o büyüyü her seferinde bozmaya yetiyordu. “Altı olmadan evde ol”
Altıdan önce dönmek, nefesini yarıda kesmekti. Sanki hayatın en güzel yerinde film birden kapanıyordu.
Bir gün batımında, denizin üzerindeki turuncu çizgileri izlerken kendi kendine fısıldadı. “Ben sadece denizi izlemek istiyorum. Kimseye zarar vermeden, kimseye dokunmadan, sadece denizi.”
Ama bu kadar sade bir dileğin bile suç sayıldığı bir evde büyüyordu. Korkudan çok kırgınlık hissediyordu. Abisine değil, kendine...
Onun öfkesine boyun eğdiği, kendi sesini susturduğu için.
O gece yatağında yatarken pencereden içeri giren ay ışığı duvar boyunca yürüyordu. Bir deniz gibi süzülüyordu o ışık; sessiz, zararsız ama özgür. Rüya ellerini uzattı, yakalayamayacağını bile bile. Ve o anda bir karar verdi.
Bir gün denizi gece görecekti.
O karar, onun hayatını değiştirecekti. Ama o henüz bilmiyordu.