Yine iz yok, değil mi? dedi Miran başkomiser, olay yeri inceleme ekibine bakarak.
Ekibin başı Esra’nın sarı saçları sıkı bir at kuyruğu hâlinde toplanmış, elinde eldivenlerle bulduğu her delili titizlikle poşeliyordu. Bir yandan da Miran’a cevap veriyordu:
“Hayır, maalesef. Hep bizim bulmamızı istediği kadarını bırakıyor — hep aynı düzen. Bilerek yapıyor; bu delillerden yola çıkamayacağımızı biliyor.”
Miran’ın öfkesi yüzüne vurmuş, eli yumruk olmuştu:
“Bu yedinci,” dedi sıkılmış bir sesle. Esra derin bir nefes alıp maskesini ağzından yavaşça indirerek Miran’ın yanına yaklaştı:
“Evet, diğer altısında olduğu gibi bunda da büyük ihtimalle bir sonuç çıkmayacak,” dedi. Miran daha fazla orada durmak istemiyordu; aracına doğru yönelirken Esra’ya seslenerek:
“Bir saat sonra toplantı var, orada ol,” diye ekledi.
Bir saat sonra toplantı başlamıştı. Miran ayakta, soğuk bir ciddiyetle konuşuyordu:
“Arkadaşlar, ciddi bir problemimiz var. Problemimizin ismi hepinizin bildiği üzere Kod adı: S. İstanbul’da geceleri katliam yapıyor ve elimizde hiçbir şey olmadığı için bir şey yapamıyoruz. Bu çok can sıkıcı.”
Esra da söze girip Miran’ı destekledi:
“Evet, yedinci cinayetini işledi; yine elimizde delil yok.”
Masada oturan komiserlerden Murat elindeki belgeleri sallayıp konuştu: “Öldürdüğü kişilerin hepsinin ortak bir noktası var.”
Herkesin bakışı Murat’a döndü. Murat devam etti: “Evet, yedisi de azılı suçlu — delil yetersizliğinden serbest bırakılmış kişiler. Ancak hepsinin ortak bir özelliği var.”
Bu sözlerin ardından Murat’ın nişanlısı komiser Didem atıldı:
“Tecavüz… Hepsinin geçmişinde mutlaka tecavüz suçu var.” Miran kaşlarını çatarak sandalyesine oturdu; Murat’ın verdiği belgeleri tekrar inceledi. Doğruydu: Hepsi zengin, dokunulmaz konumdaki kişilerdi — bazısı uyuşturucu, bazısı kumar gibi suç alanlarında aktifti; ama ortak yanları, geçmişlerinde başkalarına zarar vermiş, taciz ve tecavüz suçları bulunmasıydı. Miran belgeleri Murat’a geri uzatırken:
“Araştırmaya devam edelim. Bu kişiyi bulmalıyız,” dedi kararlı bir sesle. Didem soğukkanlılıkla karşılık verdi:
“Aslında bulmasak da olur amirim; sonuçta devletin, polisin dokunamadığı suçluları cezalandırıyor.”
Miran sert bir bakış attı, Didem’in sözleri bir yanıyla haklıydı ama ne olursa olsun, adaletin devlet tarafından değil, hukuk çerçevesinde verilmesi gerektiğine inanıyordu.
Toplantı sona erdiğinde Miran yorgun adımlarla evinin yolunu tuttu; eşini çok özlemişti. Anahtarla girmeye alışkın değildi, hep kapıyı çalar; eşi açardı. Yine kapıyı çaldı; çok geçmeden Cansu yüzünde büyük bir sevinçle kapıyı açtı ve her zamanki gibi boynuna sarılarak, “Hoş geldin canım,” dedi. Bir yıldır evliydiler ve mutlulardı — görücü usulü başlamıştı belki ama zamanla aşk filizlenmişti. Miran eve adımını atar atmaz mis gibi yemek kokuları karşıladı onu; Cansu’nun eli lezzetliydi, yemekleri her zaman özenliydi. Miran gülümseyerek dedi ki:
“Nefis kokular geliyor. Yine neler yaptın, çok güzel görünüyor — bu gidişle iyice kilo alırım, sonra suçluların peşinden koşamam.”
Cansu yanağını öpüp:
“Bir şey olmaz; benim yemeklerim kilo aldırmaz,”