Umarım beğenerek ve severek okursunuz^^
Zümrüt`ün ağzından...
Kendime karşı çok uzun zamandır acımasızdım ve bende beklenen de buydu. Ötesi değildi. Bunun için yetiştirilmiştim. Bunun için yaşamama müsaade edilmişti.
Şimdi aşina olduğum bir yüzün ellerinde büyük bir şevkle tuttuğu, kan kırmızısına bulanan kızgın demir içimde en ufak bir duygu uyandırmıyordu. En ufak bir korku yeşermiyordu, ruhumda.
Uzun zaman olmuştu, yitireli. Amansız korkuların filizlenmesini.
İsimlerinin Gönül ve Handan olduğunu öğrendiğim kadınlar, yaşlara boğulmuş gözlerini benden ayıramazken İnci ile Gazel’in de onlardan pek farkları yoktu. Oysa Münevver Hanım bomboş gözlerle bakıyordu. Benim için üzülmüyordu, bunu biliyordum ama en azından bu sefer nefrette yoktu gözlerinde. Bu beni şaşırtan bir şeydi. Patlamış olan dudağımın izin verdiği kadarıyla yarım ağız gülümsedim.
Kızgın demir, kan bürüyen tenimle buluştuğunda dişlerimi sıktım ama gülümsememi bozmadım. Bozmadığım gülümsemem onu daha da kızdırırken bu sefer pis elleriyle saçlarımı kavradı sertçe. “Bırak artık onu. Görmüyor musun ne hale geldi? Bırak artık dokunma ona, Allah’ın cezası. Ne istiyorsunuz bizden, ne yaptık biz size?” Gönül Hanım, sessizce akıttığı gözyaşlarının arasından öfkeyle bağırdığında tüylerim ürpermişti.
Sanki bir annenin evladı için yanan yüreğinin yangınını işitmiş gibi olmuştum.
Saçlarımı hırsla çekip diğer eliyle yüzümü kavradı. Gönül Hanım’a dönüp tükürükler saçarak konuştu. “Bu ne istediğimizi biliyor. Ama ağzını açmıyor. Dua edin ki meçhul evlat burada. Yoksa siz, ondan daha beter halde olurdunuz. Şimdi o çenelerinizi kapayıp zırlamalarınızı kesin. Yoksa her sesinizi işittiğimde daha fazla yakacağım bu lanet olasının canını.”
Beni sertçe yere fırlattığında dağladığı sırtım acıyla kasıldı.
Elebaşı Raşit, bizi yalnız bırakıp çıkarken zorlukla doğrulmaya çalıştım. Bağlı olan ellerim ve ayaklarım yüzünden tekrar tekrar olduğum yere geri düşerken dişlerimi sıkıp son kez denedim, doğrulmayı. Başardığımda sık verdiğim nefeslerim arasından mağaranın girişine çevirdim, bakışlarımı.
Uzaklardan gelen bir ses vardı, boğuk ama güçlü. Buram buram güven ve tehlike kokan o ses, ben bu sesi son nefesimde bile tanırdım.
Geliyorlardı. Burayı onlara mezar yapmaya geliyorlardı.
Burada unuttukları telsizden işittiğim sesle dudaklarım genişçe kıvrıldı.
“Karanay’dan, sevgili ruh hastasına. Duyuyor musun bizi?”
Münevver Hanım oğlunun sesini işittiğinde zafer kazanmış gibi gülümserken, İnci gözyaşlarının arasından, “Abi?” diye fısıldadığında. Burnum sızladı. Derin bir nefes bırakırken Korkmaz içli içli, “Abim,” dediğinde patlak olan dudağımı dişledim. “Gazel, güzelim?” Korkmaz, tedirgin bir şekilde nişanlısının adını andığında Gazel, gözyaşlarının arasından gülümsedi.
“İyiyim sevgilim.”
“Karanay, kardeşime benim yanımdayken sevgi sözcüğü kullanma ağzını yüzünü dağıtasım geliyor.” Yabancı bir sesin sarf ettiği cümlelerle başka bir ses.
“Bir ara bir rövanş atsanıza komutanım. Çok merak ediyorum hanginiz alırsınız?”
Sert bir ses işittim, bu sefer kurşun seslerinin arasından.
“Üsteğmen durum bildir. İyi misiniz?”
Onlar iyiydi ama ben değildim.
İyi değilim, diyemedim.
“Hepimiz gayet iyiyiz.