Seren, ailesini küçük yaşta kaybetmiş, sıradan bir hayata tutunmaya çalışan genç bir kadındır. Ama bir gece aldığı karar, onu hiç bilmediği bir oyunun içine sürükler.
Karanlık geçmişiyle yüzleşmekten kaçan Alaz ise onu bu oyunun ortasında bulur.
Bir cinayet.
Bir sır.
Ve geri dönülmez bir yol…
Seren ve Alaz’ın hikâyesi, sıradan bir karşılaşmadan çok daha fazlası.
Her şey gerçeği ararken başlıyor, ama her gerçeğin bir bedeli vardır... ve bazı bedeller çok ağırdır.
1 | YANLIŞ KATİL
Ölmüştü... tekrar tekrar nabzına baktım. En ufak bir kalp atışı dahi yoktu.
Ölmüştü onu öldürmüştüm.
Yüzü bembeyaz kesilmiş, dudakları morarmaya başlayan yerdeki genç adama bakıyordum.
Olayın şaşkınlığıyla etrafıma bakındım, ellerimi belime kadar uzanan saçlarımın arasından geçirdim.
Ne yapacaktım şimdi?
Kafamı yerdeki cesetten kaldırdım.Başım dönüyor, gözlerim kararıyordu. Güçlükle gözlerimi araladığımda onu gördüm. Tam karşımda, mavi, eskimiş, neredeyse boyası sökülmüş, bir binanın 2. katında, pencerede sarışın genç bir kız duruyordu.
Pek yakın olmasa bile korkmuş ve şaşırmış ifadesi buradan bile belli oluyordu. Görmüştü onu öldürdüğümü. Kız bakışlarımı üzerinde hissettiği anda sendeleyerek geri gitti. Dehşete kapılmış gibiydi bir eliyle ağzını kapayarak diğer eliyle de telefonunu kulağına götürdü. Polisi aradığını anlamam pek uzun sürmedi.
Elimdeki silahı daha sıkı tutarak geriye döndüm ve koşmaya başladım.
Nereye gideceğimi bilmiyordum ve sadece koşuyordum. Gecenin geç saatleriydi sadece ay ışığının ve diğerlerinin aksine hala yanmayı başarabilen birkaç sokak lambasının aydınlattığı sokağın sonuna gelmiştim.
Uzun bir süre koştuktan sonra iki bina arasındaki karanlık boşluğu görür görmez kendimi her ne kadar koruyamayacak da olsa bir kırıntı rahatlayabilmek için o karanlığa attım.
Dar olan alanın pis rutubet kokusu burnuma ilişince yüzümü buruşturdum.
Duvara sırtımı yaslayıp dizlerimin üstüne çöktüm.
Kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi, ama biraz önce durduğundan emin olduğum bir kalp yüzünden bu halde olmam daha tuhaftı...
Titreyen ellerimle hala silahı tutuyordum. Ne kadar bırakmak istesemde yapamıyordum. Sanki elime sabitlenmiş gibiydi.
Ayak sesleri...
Karşı sokağa vuran sokak lambasının aydınlattığı yerde bir adam bana doğru geliyordu. Omzuna attığı ceketini koluna aldı ve sigarasını bir kenara fırlattı. Yavaşça doğrulup elimdeki silahı ona doğru kaldırdım.
Sonunda iyice yaklaştığında yüzüme garip bir bakış attığını ufak bir ışıkla görebilmiştim.
“İyi misin?” diye sordu adam, sesi yumuşaktı. Biraz durdum.
Sorduğu soruyla şaşırmış ve kaşlarımı çatmıştım. Buda kimdi ve silah doğrultmama rağmen bu kadar rahat olabilirdi?
“S-sen kimsin?” Hızlı nefes alışverişimin arasından titrek bir sesle konuşmuştum.
“Polisten mi kaçıyorsun? Buraya saklanırken gördüm seni.”
Yavaşça başımı salladım. Cevap vermedim ama kaçacak hâlim de yoktu artık.
“Burada saklanamazsın seni kısa bir süre içinde bulurlar. Evim yukarı tarafta istersen bir süreliğine gel.”
O an aklımdan geçen tek şey, onun neden bana yardım etmeye çalıştığıydı. Neden benim gibi bir katile yardım ediyordu? Ona güvenebilir miydim?
“Adın ne?” diye sordum, boğuk bir sesle.
“Burak” dedi. Gülümsedi. “Senin adın ne?”
Duraksadım, söyleyip söylememek arasında çok kararsız kalmışken hemen farklı bir isim salladim.
“Ayça.” dedim sessiz ve yavaşça.
Burak omuzlarını dikleştirdi.
“Benimle gelmek ister misin Ayça?”
Kararsızdım. İlk defa biri beni yargılamadan, suçlamadan sadece yardım etmek istemişti. Belki de güvenebilirdim.
Yavaşça başımı salladım.
Ve işte o gece... o kaçışın, o çaresizliğin ardından bir yardım eli uzandı ve ben o eli tutmuştum.
Burak önde, ben arkasında yürüyorduk. Şehrin tenha olan