0Beğeni
0Okunma
1
Bölüm
946Kelime
5 dkSüre
06.11.2025Tarih
Adli Kayıt Memuru Nilay Koral için her şey, kasabanın en eski ve lanetli dosyasıyla başladı: 1918 Kül Ayini.
Nilay, görevi gereği kilitli kalması gereken bu sırrı yanlışlıkla açtığında, kendini bir anda 100 yıl öncesinin hayaletleriyle çevrili bulur. Etrafındaki dünya, yanan çocuk ruhlarının fısıltılarıyla, tehditkâr bir sisle ve kasabanın en tehlikeli adamı Levent Ruhan'ın gölgesiyle doludur.
Levent, Nilay'ın 'Ayna Taşıyıcısı' olduğunu iddia eder ve onu kasabanın köklü sırrını koruyan 'Koruyucular' ile intikam isteyen Küller arasında kritik bir piyon haline getirir. Ancak Nilay, bir memurun merakı ve keskin zekasıyla, kendisine sunulan her gerçeğin bir yalan olduğunu keşfeder.
Bu kasaba, kendi çocuklarını yaktı. Ama neden?
Nilay, doğruyu bulmak için hem Küllerin rehberliğine hem de Levent'in tehlikeli oyununa güvenmek zorundadır. Ancak Mühürlü Oda'nın karanlığında anlar ki; bu oyunda yanlış başlayan, sadece bir dosya değil, bizzat kendi hayatıdır.
Külün intikamı mı, yoksa kasabanın en büyük yalanı mı ortaya çıkacak?
🌑 Bölüm 1 – Rezil Bir Başlangıç
Ben hayatımda hiç “yeni bir güne umutla uyanayım” insanı olmadım ama bu sabah… Bu sabah gerçekten dibe vurduğumu hissettim. Niye mi? Çünkü alarmım çalmadan iki dakika önce uyandım. Bu da benim için tek anlama gelir: Evren benimle dalga geçiyor.Aynada kendime baktım; göz altlarım “ölü ama görevine bağlı memur” temalı, saçım sanki biri gece yarısı beni dövmüş de haberim yok. Kahve yapayım dedim, kahve makinesi tam ben düğmeye basarken öldü. Çay yapayım dedim, su ısıtıcısı bana tıs diye ses çıkardı, sonra sustu. En sonunda ekmek kızartma makinesi pat diye duvara kıvılcım fırlattı. Evet. Elektronik aletler bile benden kaçıyor.Zaten geceden kalma bir dosya vardı masamda; delil kayıt bölümüne yeni gelen, kimsenin üstlenmediği, benimse üstlenmek zorunda kaldığım, kâğıt kokan bir bela. Ben adli belgeler bölümünde çalışıyorum; yani insanların hayatlarının boktan anlarıyla dolu evrakları inceliyorum ama kimseye söyleyemiyorum. Özetle: akademik kariyer yapmadım, ama karanlıkta kaybolan hayatların sekreterliğini yapıyorum. Alayım var, acım var, ama hepsinden çok… dalga geçme refleksim var. Yoksa kafayı yerdim.Sokağa çıktım. Kasaba sisliydi. Her sabah olduğu gibi bu sessizliğe sinir oldum çünkü kimse bu kadar sessiz yaşamamalı. Bir yerde yanlışlık var. Ağaç bile “günaydın” demez mi ya? Demiyor. Kaldırımda yürürken ayağım kaydı, normal insan gibi düşmek yerine, bildiğin yanlamasına kapaklandım. Köşedeki bakkalın önündeki kediler bile yüzüme baktı: “Yine mi bu kız?”Kendime çeki düzen verip işe gittim. Adli kayıt odasının kapısını açtım; içerisi soğuktu. Her zamanki gibi florasan ışıkları bana “hayatın boktan ama görev sensin Nilay” der gibi titriyordu. Ve tabii ki… Ben daha içeri adımımı atar atmaz ilk rezalet geldi. Masanın üstünde, kimliği belirsiz biri tarafından bırakılmış bir dosya vardı. Üzerinde yalnızca tek bir not:“Sen bakarsın.”Ben: “Kime bakıyorum?” Not: “…” Evren: “Sen bakarsın kızım, boş yapma.”Dosyayı açtım. İlk gördüğüm şey bir isimdi: Levent Ruhan. Durduğum yerde donakaldım. Zaten rezil başlamış günüm resmen kara film müziği aldı. Kasabada bu ismi herkes duyar ama kimse konuşmaz. Hani bazı insanlar vardır… Odadan çıkmadan önce bile varlığını hissettirir ya? Onu daha hiç görmemiştim ama… o an içimde bir şey “bu dosya senin hayatını sündürecek, haberin olsun” dedi. Ve evet… Telefon çalınca her şey daha da boka sardı.Telefon öttü. Ötmedi aslında, çığlık attı. Bizim kurumda telefonlar normal çalmaz; insanın ciğerine işleyen bir metalik ses vardır. Hani “kaldırmazsan günahı boynuna” diyen bir tını. Ben yine klasik triplerimle: “Umarım arayan biri değildir,” dedim. Ve açtım. Ben: “Adli kayıt bölümü… Nilay ben, buyurun?” Karşıdan önce nefes sesi geldi. O kötü. Biri önce nefes veriyorsa, kesin sıçmışsındır. Bunu bu işte öğrendim.Sonra