2006
Sabahın ilk ışıkları, Karadeniz’in üzerinden ağır ağır süzülüyordu. Deniz, puslu bir maviyle uyanıyor, hafif dalgaların kıyıya vuruşu ormanın sessizliğiyle birleşiyordu. İnce bir sis tabakası ağaçların arasına dolmuş, kuşların cıvıltıları havaya karışıyordu. Toprak hâlâ nemli, çam ağaçları sabah çiyle parlıyordu.
Kerem Sonsuzar arabasının yanında durmuş, sigarasını bitirip toprağa bastırdı. Hafif rüzgâr saçlarını savuruyor, yüzünde hem yorgunluk hem huzur vardı. Yanında en yakın dostu, kardeşi kadar sevdiği Murat Meyal duruyordu. Samsunlu Murat’ın gülümsemesi eksik olmazdı; ne kadar ciddi bir durum olursa olsun mutlaka bir şaka bulurdu.
Kerem, Trabzonlu olmanın getirdiği sert ama sıcak duruşuyla Murat’a baktı;
“Bak Murat,” dedi Kerem göz kırparak, “Senin piknik dediğin şey yine kavga çıkarsa benden bilme.”Murat kahkaha attı, elindeki anahtarları salladı:“Ula sen mangalı yakmayı becer de, kavga çıkarsa da beraber gireriz! Zaten senin ellerin beceriksiz, ben olmasam kömür bile yanmaz.”Kerem alaycı bir gülümsemeyle başını iki yana salladı:“Kömür yanmaz ama senin dilin hiç susmaz.”
İkisi kahkahalara boğulurken, arkadan Aylin ve Zeynep hızlı adımlarla geldi. Aylin’in yüzünde hem tatlı bir sabırsızlık hem de biraz öfke vardı.“Hadi ama, siz hâlâ burada mısınız?” dedi, ellerini beline koyarak. “Çocuklar acıktı, biz de üşüdük. Pikniğe gitmeden yaşlanacağız!”
Zeynep gülerek araya girdi:“Siz iki kafadar, saatlerdir şakalaşıp duruyorsunuz. Pikniğe mi gidiyoruz, düğüne mi?”
Kerem gülerek Aylin’in elini tuttu, onu sakinleştirmeye çalıştı:“Tamam tamam, kızma güzelim. Yola çıkıyoruz işte.”
Murat arabasına binerken başını dışarı uzattı:“Baksanıza, biz değil, kadınlar komutan çıktı. Emir onlarda, canım!”
Herkes kendi arabasına yerleşti. Kerem, Aylin ve çocuklarıyla önde gidiyor; Murat ve Zeynep, Serhat ve Nazlı ile arkada ikinci arabayı sürüyordu. Motorların sesi sabah sessizliğini yırttı, iki araba kıvrılan orman yoluna girdi.
Ön koltuklarda Evren Sonsuzar ve Serhat Meyal oturuyordu; ikisi de 9 yaşındaydı ve birbirleriyle sürekli küçük yarışlara giriyorlardı. Evren direksiyona hayali olarak dokunuyor, Serhat da “Hayır! Ben öndeyim!” diye bağırıyordu.
Arka koltukta, 5 yaşındaki Nida Sonsuzar ve Nazlı Meyal, ellerinde oyuncaklarıyla tatlı bir çekişme içindeydi.“Hayır Nazlı, bu benim bebeğim, geri ver!” dedi Nida.Nazlı kahkahayla karşılık verdi:“Hayır! Benim bebeğim daha güzel, o yüzden benim!”
Aylin ve Zeynep çocukların masum kavgasına gülümseyerek baktılar. Kerem direksiyona oturdu, Murat da yanında kemerini taktı.
Motorların sesi yükseldi, arabalar ormanın kıvrılan yollarına girdi. Radyoda hafif neşeli bir müzik çalıyordu, çocuklar şarkıya eşlik etmeye çalışıyor, gülüşmeleri arabaları dolduruyordu. Yaprakların hışırdaması, kuş cıvıltıları ve çocukların kahkahaları sabahın huzurunu bütünleştiriyordu.
Evren ve Serhat öndeki manzaraya bakarken, bir yandan hayali yarış başlatıyor, bir yandan da birbirlerini kışkırtıyordu. Nida ve Nazlı ise arka koltukta kendi minik dünyalarını kurmuş, birbirlerinin oyuncaklarını almak için tatlı bir mücadele içindeydiler.
Aylin başını cama yasladı, gözleri denizin maviliğine dalmıştı; yüzünde kaybolmuş bir huzur vardı.