Vampirler, cadı kanı ile kurt kanının burun yakan, iğrenç kokusunu havada ayırt ettiklerinde Cadı Sarayı’nın görkemli balo salonuna adım attılar. May, bir an kardeşi London’a döndü. Salonda bulunan tüm cadılar ve kurtadamlar, dikkatlerini onlara çevirmişti. Geçmişin pek çok düşmanı artık toprağın altındaydı; onların yerini ise soylarından gelen yeni nesil doğaüstü varlıklar almıştı.
London, üzerlerine yönelen bakışları umursamadan salonun ortasına ilerledi. Dans pistinde süzülen çiftleri gözleriyle taradı ve dudaklarının kenarında soğuk bir gülümseme belirdi. O gece, cadıların genç prensesi on sekizinci yaşına basıyordu. Kraliçe ile Kral’ın yüzlerindeki gurur ışığı, ne yazık ki uzun sürmeyecekti.
London, siyah elbisesi içinde zarifçe duran May’i dirseğiyle dürttü ve başıyla birini işaret etti. “Onun kim olduğunu biliyor musun?” diye sordu alçak sesle. Gösterdiği kızın çevresini saran aura, garip bir büyü titreşimi yayıyordu—tıpkı zamanında ezeli düşmanları, Kadim Cadı Kraliçesi Clara’da hissettikleri gibi.
May’in başı, kızın etrafında yoğunlaşan büyü yüzünden dönmeye başlamıştı. İçinden derin bir ürperti geçti. “Prenses Vivian,” diye fısıldadı.
London’ın dudakları küçümseyici bir kıvrımla yukarı kalktı. “Demek Prenses o,” dedi. Yoldan geçen bir garsonun tepsisinden bir kadeh aldı ve göz ucuyla yakına gelen müridi Logan’a baktı.
Logan usulca yaklaştı, Vampir Prensesi May’e reverans yapıp London’a eğildi. “Kralım, bombaları yerleştirdik. Emrinizi bekliyoruz.”
London başını hafifçe salladı. “Henüz değil,” dedi, gözlerini Vivian’a dikerek yürümeye başladı.
May hızla peşine takıldı. “Kralım, sizce yaklaşmanız doğru mu?” diye sordu endişeyle. “Büyü çok yoğun… etkisi—”
London ona döndü, sesi sakin ama buyurgandı. “Prensesim, sen buradan ayrıl. Bu büyünün seni etkilemesini istemem.”
May başını iki yana salladı. “Seni bırakamam.”
“Ben iyiyim,” diye yanıtladı London. Gözleri Vivian’a çevrildi. “Sadece bir dans.”
May kaşlarını çattı. “Ya büyüsünü sana karşı kullanırsa?”
“Kullanmayacak, May,” dedi London kararlı bir tonla. Ardından Prenses Vivian’ın bulunduğu yöne ilerledi ve onu selamlayarak reverans verdi.
Vivian’ın buz mavisi gözleri, yabancının üzerinde gezindiğinde içini tanımlayamadığı bir ürperti kapladı. Onun ne bir cadı ne de bir kurt olduğunu anlamıştı—o bir vampirdi.
London, Vivian’ın beline nazikçe uzandı. Gözleri koyu yeşil ışıkla parıldarken kızın yüzünde, dudaklarında ve boynuna dökülen kızıl saçlarının altında atan damarlarda gezindi. İçgüdüleriyle kanın sesini işitiyordu.
Vivian, adamın çevresinde yoğunlaşan tuhaf aurayı ve içinde yankılanan ölüme dair uğultuyu sezmişti. “Kimsin sen?” diye sordu.
London hafifçe güldü. “Soru yok, Prenses,” dedi ve Vivian’ı çevresinde zarifçe döndürdü.
Vivian, gözlerini onun gözlerine dikti. Sesi meydan okurcasına yankılandı. “Daha yeni başladım, vampir.”
London tek kaşını kaldırdı. Prensesin tavrında Clara’yı görmüştü. “Eski Kadim Kraliçe Clara’yla yarım kalmış bir hesabımız vardı,” dedi, sesi buz gibiydi. “Ama o ölümlüydü ve öldü. Bizse ölümsüzüz ve buradayız. Onun soyunu ve soyundan gelen her cadıyı yok edeceğim.”
Tam o anda, salonun bir