Yangın her şeyi alıp götürmüştü. Tüm hayallerini, umutlarını, biricik ailesini... Dolunay yangının enkazına bakarken anıları canlanmıştı. Bahçedeki ağacın altında yaptıkları piknikler, verandada verdikleri partiler... Ailesiyle geçirdiği her gün çok özeldi. Şimdi geriye baktığında annesiyle tartışmalarının, Pelin'de kalmak istediğinde babasıyla ettiği büyük kavganın ne kadar önemsiz, ne kadar anlamsız olduğunu düşündükçe pişmanlıkla yanıp tutuşuyordu.
O kara gecede çıkan yangın söneli tam on beş sene olmuştu ama Dolunay'ın içindeki yangın hiç sönmüyordu. Ailesini bu kadar anlamsız bir şekilde kaybetmiş olmak onu hala çok üzüyordu.
O gün tek kaybettiği ailesi de değildi. Olaydan sonra girdiği ağır depresyon ve insanlardan uzak kalma isteği yüzünden en yakın arkadaşları Pelin, Demir ve Ahmet'i de hayatından çıkarmıştı. Dörtlü daha beş yaşındayken kreşin ilk günü arkadaş olmuşlardı. Ahmet'in Pelin'in saçını çekmesi üzerine Dolunay Ahmet'i itmiş, arkadaşının bir kız tarafından itildiğini gören Demir de Dolunay'ı itmişti. Dolunay ve Pelin ağlamaya başlayınca öğretmen dörtlünün yanına gelip sorunu anlamaya çalışmış, karşılıklı suçlama ve bahaneleri dinledikten sonra dörtlüye tüm gün toplu aktivitelere katılmama ve birlikte oynama cezası vermişti. Dörtlü günün sonunda ayrılmaz dörtlüye dönüşmüştü. Hepsi yedi yaşındayken Dolunay'ın babası onlara Dört Silahşörler lakabını takmıştı.
Dolunay bu evde geçirdiği son doğum gününü hatırladı. Yangından sadece beş gün önceydi. En yakın arkadaşları ve ailesiyle bu evde çok güzel bir doğum günü kutlamışlardı. Babası Dolunay'a ne zamandır istediği dağ bisikletini almıştı, annesinin hediyesi ise çok daha özeldi. Dolunay'a hiç hissettirmeden çatı katını Dolunay'ın odası haline getirmiş, Dolunay'ın zevkine göre bir oda tasarlamıştı. Odasını gördüğünde annesine sımsıkı sarılmış ve "Sen dünyanın en en en harika annesisin. İyi ki benim annemsin! Seni çok seviyorum!" demişti.
Bu sahneye şahit olan babası da kıskandığını belli eder şekilde homurdanmaya başlamış, bunu fark eden Dolunay onun da boynuna atlayıp "Canım babacığım, seni de çok seviyorum. Siz dünyanın en harika ailesisiniz, ben de dünyanın en şanslı kızıyım!" demişti.
Şimdi tek tesellisi onları kaybetmeden sadece birkaç gün önce onları ne kadar çok sevdiğini söylemiş ve onlara sıkı sıkı sarılmış olmasıydı. Hala gözlerini kapatıp gerçekten konsantre olabildiğinde burnunda annesinin kokusunu duyabiliyor, kollarında babasının sıcaklığını hissedebiliyordu.
Onları yangında kaybetmenin en korkunç yanı, onlarla birlikte bütün anılarını da kaybetmiş olmasıydı. Biricik ailesinden hatıra hiçbir şey kalmamıştı, babasının ofisindeki aile fotoğrafı dışında... Tek hatırasını kaybetmeyi göze alamadığından fotoğrafın birçok kopyasını yaptırmıştı. Kendi evlerinde, ofisinde, hatta bir banka kasasında bile fotoğrafın kopyalarını saklıyordu.
Geçen on beş senede hayatı bir ritim yakalasa da bu hiç kolay olmamıştı. Yangından sonra büyük teyzesi Ayşe'nin yanına yerleşmişti. Ayşe teyze o zaman altmış beş yaşındaydı. Yaşına ve sağlık sorunlarına rağmen