"Bil ki, kanım vatana toprak olur; bil ki ruhum cennete bekçi olur. Benim canım ay yıldıza feda olur."
Giriş: Güneydoğunun Alpleri
Komutanlığı Sınır Askeriyesi yazısına baktım.
Boğazıma düşen acı sertlik tamamı ile buraya gelene kadar ki uğraşlarımın sonuç bulacak olmasından dolayıydı. Değecekti biliyordum. Küçük bir kız yaşıyordu içimde. Uzun, kahverenginin en koyu olan saçlarını tararken, hayallerini kurmasına yardım eden o adamın yanında, komutan olarak duracağı o günün hayalini kuran. Şimdi tam da hayalini kurduğu kapının önündeydi. Hayallerini gerçekleştirmeme ise çok az bir süre kalmıştı. Direksiyonu tutan parmaklarım ritmik bir şekilde direksiyona dokunuyorken, avuç içlerimde oluşan ter direksiyona sürtüyordu.
Bu sırada nöbet kulübesinde nöbet tutan asker, temkinli bir şekilde arabaya yaklaşmıştı. "Birine mi bakmıştınız? Görüş saati daha başlamadı. "Gözlerim tabeladan ayrılıp, konuşan askere döndü. "Görüşüme gelecek biri yok." Asker kartımı uzattım. "Albay Ender Kurtuluşun bilgisi var." isim dudaklarımdan döküldüğünde, geride tatlı bir tebessümü arkasında bıraktı. Doğuşum ve batışım olan isim, bu ismi dudaklarımdan çıkarmak için çok uzun süre araştırmış ve çabalamıştım. Ve işte şimdi olmak istediğim yerdeydim. Kartımı geri uzattı. "Kusura bakmayın komutanım. Buyurun lütfen, park alanı sağ tarafta." önemli olmadığını söyledikten sonra içeriye girmeden hemen önce, Albay'ın odasına kadar bana eşlik etmesi için birini yollamasını istedim. O bu emrimi gerçekleştirmek üzere yanımdan ayrılırken, kapıdan içeriye girip söylediği gibi sağa dönerek, diğer park edilmiş araçların yanına sürdüğümde, ilk boş gördüğüm yere arabayı park ettim.