Bazen hiçbir şey söylememek, her şeyi anlatır.
Rüzgârın camlara dokunuşu, bir zamanlar söylenmiş kelimelerin yankısını taşır.
Sen dinlersin, ama o ses artık sana değil, zamanın kendisine aittir.
Burada hiçbir şey acele etmez.
Bulutlar ağır ağır yürür, gölgeler hep aynı yerde kalır.
Ve sen farkına varmadan, kendi düşüncelerinin arasında kaybolursun.
Korkmazsın, çünkü kaybolmak burada bir ceza değil — bir özgürlüktür.
Bir an olur, içinden bir cümle geçer:
“Belki de gerçek huzur, hiçbir şeyin değişmemesindedir.”
Ama hemen ardından, uzak bir yerde bir saat sesi duyarsın.
Tik… tak…
Ve anlarsın: Zaman bile burada yorgundur.
O da durmak, unutulmak istiyor.
Gözlerini kaparsın.
Rüyalar, seni tanır.
Görmediğin ama hissettiğin bir el, omzuna dokunur — sıcak, sakin, tanıdık.
Belki geçmişten biri, belki hiç var olmamış biri.
Ama fark etmez.
Çünkü burada herkes bir hatıradır, sen de dâhil.
Ve işte o anda,
hiçbir şey düşünmezsin.
Ne korku, ne özlem, ne umut.
Sadece huzur.
Sonsuz bir beyaz sessizlikte,
dünyanın nefesini duyar gibi olursun.
“Belki de huzur, anlamadığın şeyleri kabullenmekte saklıdır.”