BEGÜM
Bazı geceler hayatınızın son anına gözlerinizi kapatmış gibi hissederdiniz. Bazı sabahlar da yeni bir başlangıca uyandığınızı…
Ölüm ve doğum.
Birbirine düşman gibi görünen bu ikili, hayatın en temel gerçekleriydi ve bizlere varlıklarını hatırlatmak ister gibi zamanla iş birliği yapardı. Bir şey biterken diğeri başlardı ve bu zaman dilimi arasında geçirdiğiniz günleri araf olarak adlandırabilirdik.
Burada… Gezi Parkı’nda, zamanın nabzını tutuyorduk sanki. Ne geçmişte yaşananlar önemliydi ne de gelecekte olabilecekler. Ağaçların gölgesinde, taşların arasından süzülen sessizlikte her şey durulmuş gibiydi. İklim, takvimlerden değil bedenimizin ritminden besleniyordu. Ağaçların dalları yukarıya değil bize uzanıyordu; gölge gibi değil de anne şefkati gibi sarıyordu bizi. Yere serdiğimiz kamp sandalyeleri, dostluk yastıklarıydı sanki. Uykusuz geceler geçiriyorduk belki ama neşemiz sanki topraktan besleniyordu. Kahkahalarımız dalgalar gibi yayılıyordu yapraklara.
Bazen bir müzisyeninin sesine karışan alkışlar, bazen bir kitap sayfasından çıkan fısıltılarla zamanın devinimini duyuyorduk. İnsanlar birbirine zaman veriyordu; konuşmak için, susmak için, hatta sadece birlikte var olmak için. Bir ağacın altına yerleşmişsek, o ağaç artık bizim sırdaşımız oluyordu. Her biri ayrı bir tanık... ayrı bir yoldaştı.
Günler geçtikçe, ayaklarımız toprağa daha çok bağlandı. Her sabah güneş ağacın bir yaprağından süzülürken, “Bugün güzel geçecek” derdik. Gerçekten güzel olup olmayacağını yaşamadan bilmemiz imkansızdı ama hepimiz inanırdık. Geceleri yıldızlara bakarken, kimse yarını konuşmuyordu. Çünkü bazı yerlerde gelecek yoktu; sadece şimdi vardı ve biz, tam da o şimdideydik.
Her sabah olduğu gibi bugün de doğan güneşi yeni bir milat gibi karşılayabilmek için gecesinde tetikte geçen bir uyku çekmeye çalıştım. Uyuyabildim mi, emin değildim. Çünkü bedenim hep uyanıktı, ruhum dışarı da nöbet tutanlara içsel destek veriyordu sanki. Kulağımda uzaklardan gelen müzik sesi bir an bile durmamıştı. Kahkahalar, neşeli sohbetler… bazen bir ıslık, bazen bir şarkının unutulmuş nakaratı. Fakat tüm bu umutlu seslerin ortasında içimde kıpırdayan bir huzursuzluk vardı; adı belirsiz, kökü derindi.
Gözlerimi araladığımda karşıma çıkan ilk şey, doğmak üzere olan güneş değil, gür dallarıyla gökyüzümü sarıp sarmalayan yaşlı ağacımdı. Gövdesi zamanla koyulaşmış, dalları rüzgâra karşı öylece duran bir direniş timsaliydi. Kim bilir kaç kabuk değiştirmişti.; kaç kışa direnmiş, kaç yazı sükunetle taşımıştı üzerinde... Yine de dimdik ayakta, kimseyi yere düşürmeden duruyordu. Bize sığınak olmuştu; yalnızca gövdesiyle değil, varlığıyla.
Buraya geldiğimizden beri onun izni olmadan tek bir yağmur damlası bile üzerimize düşmemişti. Sanki gökyüzüyle anlaşması vardı. Bir şey koruyordu bizi, tarif edemediğimiz ama hissettiğimiz bir şey. Gölgesi gündüzleri serinlik, geceleri bir çatı gibiydi. Kimi zaman yorgun omuzları altında dinlendik, kimi zaman