Özge Öz ~ Evlerinin Önü Yonca
"Bunu kabul etmek zorunda değilsin!" Elimi tezgahtaki beze silerken ona hiç bakmadan derin bir nefes aldım. Ona bakmıyor oluşum, Halil İbrahim için yeterli bir gerekçe değildi. "Ben varım! Ben idare ederim burayı. Bırakamazsın diyorum okulu İlay!" Hazırladığım tabağı Halil İbrahim'in önüne itip olanca samimiyetimle gülümsedim. "Dört numara Halibom! Sarımsaksız."
"Sarımsağını ayrı Halil'ini ayrı, İbrahim'ini ayrı siktireceksin! Onu istiyorsun sen!" Tezgahın arkasından ona bir öpücük atıp diğer masanın siparişlerini hazırlamaya başladım. Tanışmış mıydık kız kardeşlerim? Ben İlay. Ahu İlay Yıldız. Babasının nazlı kızı, annesinin yol arkadaşı İlay. Halibomun kız kardeşi İlay. Büyük umutlarla çıktığı köyüne, evet bence burası hala bir köy, hayatın ona sunduğu her şeyi kabul ederek dönen İlay.
"Limonatandan kaldı mı?" Bu suratsız da Halibom. Evimize geldiği ilk günlerde ben henüz dört yaşında küçük bir kız çocuğuyken, ismi bana zor geldiğinden ona uygun gördüğüm ismi bu. Bence güzel. Normalde kendisi de sever ama şimdi biraz gergin. Zaten Halibom genel olarak gergin bir tip kız kardeşlerim. Tanışacağız. Endişelenmeyin. "Bir kere öpersen veririm limoata." Ağzının içinde dönen dilini gördüğümde gülümsedim. Küfrettiğini biliyordum. "Ben istemiyorum. Dışardaki yavşak istiyor!"
"Halibom! Müşterilerimiz velinimetimiz yalnız. Böyle şeyler söylemiyoruz!"
"O piç kendisini nimetten saydığını duyarsa, ondan sonra yaşanacaklardan ben sorumlu değilim yalnız!" Arkamı dönüp dolaptan limonata işişesini çıkadım ve büyük limonata bardaklarından birine doldurdum. İçine bir tane çilekli buz küpü attım ve nane için tezgahtaki saksıma uzandım ama bu girişimim Halibom tarafından engellendi. "Yeter amına koyayım ver şunu. İçsin ne içiyorsa siktirsin gitsin yoksa o boynunu kıracağım ben bu yavşağın!" Sakince ellerimi saksıdan çektim ve bardak elimdeyken tezgahın üzerinden eğildim. "Tamam öp şimdi. Yoksa bardağı kendim götürürüm!"
Halil İbrahim çatık kalışlarının altından yüzüme baktı baktı baktı. En sonunda dayanamayıp geldi ve dudaklarını yanağıma bastırdı. "Allah aşkına. Serhan mıdır ne boktur. Bu puşt buradayken çıksana şu tezgahın arkasından. Yaktırsana bana şu dükkanı. Kurtarsana kendini de buradan!"
Sıkılmaya başlıyordum. Derin bir nefes aldım ve bardağı biraz sert bir şekilde aramızdaki yüksek tezgaha bıraktım. Bu hamlemi gözlerini kısarak izledi Halil İbrahim. Uzanıp bardağı aldı ve yavaşça başını salladı birkaç kez. "Sert severiz yavrum. Endişeye mahal yok. Sert severiz."
O tehditkar bir şekilde başını sallamaya devam ederken limonatayı aldı ve kapıdan çıkıp gitti. Umuyordum ki o limonatayı Serhan'ın başından aşağıya dökmezdi. Böyle bir şey yaşansın istemezdim çünkü neitcede burası artık benim dükkanımdı. Ah, size söylemeyi unuttum. Burası Ender Mantı Evi. Ender, benim annemin ismi. Annem, güzelliği ile dillere destan, dünyamızı tek bir gülümsemesi ile aydınlatabilen, ismiyle müsemma bir kadın. Bana