Gece, siyah bir örtü gibi gökyüzünü sarmıştı. Ormanın içinde yankılanan tek ses Zahit’in atının yere vuran nal sesleriydi. Dimdik oturduğu atının üzerinde dağ tepe demeden duraksamadan ilerliyordu. Heybetli bir adamdı Zahit. Savaş meydanlarında yıllarca çelik bileklerini konuşturmuş, ölümü defalarca selamlamış ama asla ona teslim olmamıştı. Ancak şimdi, kalbinde tarif edemediği bir huzursuzluk kıpırdanıyordu. Çok yakın gelecekte büyük bir şey olacaktı, hissediyordu ve bunun ne olduğunu öğrenmek için çıkmıştı bu yola.
Dört saate yakın süren yolculuk, nihayet ormanın kuytularına saklanmış, dışarıdan harabeye benzeyen evin önünde son buldu. Buraya kadar, yalnızca yolunu bilenlerin ulaşabileceği kadar sarp ve dar patikalardan geçmişti. Burası, gözden ırak, unutanın hatırlamak istemeyeceği, hatırlayanın ise yolunu bulamayacağı kadar gizliydi.
Zahit atının üzerine eğildi. Dizginleri sıkarak hayvanı yavaşlattı ve toprak zemine atladı. Gözleri, geceye meydan okurcasına ay ışığında gölgelenen harap evi süzdü. Eski taş duvarları yosun tutmuş, çatısı kısmen çökmüş bu yapı, ilk bakışta terkedilmiş gibi görünüyordu. Evin görüntüsüyle ürperirken ormanın derinliklerinden gelen İshak kuşunun tiz ve uğursuz ötüşünü duydu. Bu ses, düşmüş nice hanedanın çöküşünü haber vermiş, pek çok kişinin kaderini mühürlemişti. Ve şimdi Zahit’in kulaklarında yankılanıyordu. Bu uğursuz ötüş, başına geleceklerin habercisi miydi, yoksa çoktan kaderi çizilmiş bir adamın sonuna giden yolu mu işaret ediyordu?
Zahit arkasında bıraktığı karanlık ormana göz gezdirirken kapının önünde bir gölge belirdi. Elinde titrek bir meşale tutan dilsiz hizmetkârlardan biriydi bu. Yüzünde ifadesiz bir maske gibi duran suskunluğuyla Zahit’in önünde eğildi. Hizmetkâr ağır adımlarla atının yanına ilerleyip dizginleri kavradı. Aynı anda bir başka dilsiz hizmetkâr yaklaştı yanlarına. O da diğeri gibi Zahit’i saygıyla selamladı, sonra başını kaldırarak kapıyı işaret etti.
Bu evin sahibi, imparatorluğun yasakladığı ilimlerin peşinden giden biriydi: Bir kâhin, bir büyücüydü ve Hükümdarın buyruğu kesindi; büyücülükle uğraşanların yakalanıp idamla cezalandırılması emredilmişti.
Zahit yanındaki dilsiz hizmetkarla birlikte ağır adımlarla kapıya yöneldi. Ahşap kapı, rüzgârın etkisiyle hafifçe gıcırdarken Zahit’in içindeki huzursuzluk daha da arttı. Bu eşiği geçmek, geri dönüşü olmayan bir yola girmek demekti. Derin bir nefes aldı, sonra elini kaldırıp kapıyı itti.
Tahta kapı gıcırdayarak açıldığında, içeriden gelen yoğun koku Zahit’in ciğerlerine doldu. Sadece tütsü değil… Baharat, yanık ot ve tarif edilemez bir koku. Çürümüşlüğü andıran, ama daha derin, daha eski bir şey.
Zahit, içeri adım attığında gözleri hemen tavan kirişlerine kaydı. Ahşap kirişlerin arasına tüneyen baykuşu fark etti. Kuşun devasa gözleri doğrudan ona kilitlenmişti. Gözbebekleri kımıldamadan, sanki Zahit’in ruhunun derinliklerine bakıyordu. Bu kuşlar, geçmişi ve geleceği görebildikleri söylentisiyle anılırdı.
Dilsiz hizmetkar Zahit’in daldığını görünce ayağını art arda yere hafifçe vurdu. Elindeki meşalenin ışığı titreyerek duvara yansırken önlerinde