Yeni kurgumdan herkese merhabalarr. Bu kitap için öncelikle çok heyecanlıyım. Eğer bu bölüm sizi biraz olsun heyecanlandırdıysa veya merakınızı artırdıysa, düşüncelerinizi yorumlarda paylaşmayı unutmayın, çünkü her bir yorum benim için çok değerli ve hikayenin daha da şekillenmesine yardımcı oluyor!
Pullu tepe- Zeynep Bakşi Karatağ
===
22 ARALIK 2025
Sevilmek bu kadar zor olmak zorunda mı? Anne karnındayken hissedilir ilk sevgi bazen de hissedilmez. Neden yarı yolda bırakılmıştım? Ben yapabiliyorken o neden yapamıyordu? Kendime üzülüyorum. Onlarca hayalin ortasında tek başına bırakılmıştım. Sonsuza kadar ağlayıp sadece dinlemek istiyorum. Ruhunda ki bu ağır yorgunluk üstümde toprak varken de geçmezdi. Oysa bir güzel sözüyle hayata neşeyle sarılan bendim.
Zavallı gibi mi görünüyorum acaba? Değildim.
Acının, kaybetmenin ne demek olduğunu çok küçük yaşta öğrenmiştim. O gece, evin içinde boğucu bir sessizlik vardı; duvarlara sinmiş nem kokusu bile ağırlaşmış gibiydi. Annem bir Kadir Gecesi rahatsızlanmış, bedeni birden bire sessizliğin ortasında susmuştu; felç geçirdiğini sonradan öğrendim. Yoksa o gece, annemin intihara kalkıştığı gece miydi? Hâlâ ayırt edemiyorum.
Kapı aralığından gelen boğuk sesleri duyduğumda, yüreğim sanki göğsümden dışarı fırlayacak gibi çarpmaya başlamıştı. Titreyen bedenimi yatakta küçültüp, aralık kapıya sırtımı döndüm. Yorganı başıma kadar çektim; kumaşın içine sinmiş sabun kokusu tek güvenli yerim olmuştu. Ama kulaklarımı ne kadar kapatsam da sesleri duydum, suskunlukla karışan o telaşı. Çocuktum, korkmuştum... ve içimde bir yer, olup bitenin ne anlama geldiğini anlamıştı.
Annem birkaç gündür evde yoktu; kapı çalındığında yalnızlık biraz daha yayılan bir sis gibiydi. Komşu yanımıza geldi, evin köşelerindeki sessizlik onun varlığıyla yumuşadı ama eksik bir ritm gibiydi hâlâ. Kardeşim de vardı: incecik, gözlerinde hep biraz daha çok güven arayan bir çocuk. Annem her rahatsızlandığında, ilk sığınacağı kişi bendim. Sanki ben onun sabit kıyısıydım; tüm panik ve kaygıyı bana doğru itiyordu.
Bir gece, ben pencereden dışarı bakarken kardeşim yastığa gömülüp bana daha sıkı sarıldı. Nefesleri küçük, düzensizdi annemin yokluğunun yarattığı bir boşluğu doldurmaya çalışıyordu. Onun bu haline baktıkça içimde bir şey çöktü: koruma, yük, bir sorumluluk ağı.
"Bu hayatta sadece düştüğünde tekmeleyecek insanlar var," dedim bir ara, küçük sesim büyük bir ağırlık taşıyormuş gibi. "Ayakta durduğun her an onları rahatsız edecek." Cümle kısa, ama görünmez sınırları belirleyen bir mızrak gibi saplandı aramıza. O söz, evin duvarlarında yankılanan bir hakikat gibiydi kimse söylemese de hepimizin bildiği.
Soğuk hava ciğerlerime işlerken, adımlarım beni istemeden oraya sürüklüyordu. Ne kadar kaçsam da sonunda hep aynı yerde buluyordum kendimi: karanlığın içinde, taşların arasında.
Ayaklarımın altındaki kar gıcırdıyor. Mezarlığın içi sessiz; o kadar sessiz ki, adımlarımın sesi bile bana yabancı geliyor. Kar, her