3Beğeni
8Okunma
2
Bölüm
3,891Kelime
19 dkSüre
18.09.2025Tarih
Lübnan’ın kan ve barut kokan topraklarında, yıllardır hüküm süren bir aşiret vardır: Xeyranlılar. Bu aşiretin başında, adı fısıldandığında bile insanların yüreğine korku düşüren bir adam bulunur: Ciwan Xeyranlı.
Bir diğer adıyla “Sağ Kol Avcısı.”
Sertliğiyle, acımasızlığıyla, insanlara ettiği zulümle bir efsane olmuştur. Onun zalimliği, yalnızca kurşunla değil, kanlı bir ritüelle beslenir: Ciwan, öldürdüğü herkesin sağ kulağını ve sağ kolunu keser, onları karanlık konağında bir koleksiyon gibi saklar. Bu yüzden herkes için o, sadece bir ağa değil; korkunun ta kendisidir.
Ama kalbinin karanlığında bile unutamadığı bir tek isim vardır: Efil.
Makedonya’da doğmuş, yarı Türk bir kadın. Asi, dik başlı, dediğim dedik… Ve savaş bölgelerinde gönüllü doktorluk yapan, ölümün gölgesinde bile yaşam kurtaran bir melek.
Efil, üç yıldır Ciwan’ın saplantısının merkezindedir. Ciwan onu gördüğü andan beri nefesini bile ona bağlamış, kadının hayatını cehenneme çevirmiştir. Ne aşkını söyleyişinde merhamet vardır, ne de yakınlığında özgürlük…
Tam bu sırada, savaş Lübnan’ın kapılarını daha da kanla boyarken Türkiye’den Şahmeran Timi gönderilir. Bu timin başında, vatanına yeminli, gözü pek bir dağ komandosu vardır: Kıdemli Yüzbaşı Olcay Gurur Tataroğlu.
Onun yüreği yalnızca bayrağına, milletine bağlıdır; ama kader, onu savaş meydanında Efil ile karşılaştırır.
Efil’in yaralıları sarışını, çocuklara kol kanat germesi, açlığın ve zulmün ortasında bile dimdik ayakta duruşu Olcay’ın kalbinde daha önce hissetmediği bir yangını başlatır.
Artık savaş sadece tanklarla, silahlarla değil, kalplerin savaşı hâline gelir.
Bir yanda zulmün ve saplantının simgesi Ciwan,
bir yanda vatanı için canını ortaya koyan Olcay,
ortada ise savaş, açlık ve ölümün içinde yaşama inat ayakta duran Efil…
Kanla yazılmış bir toprakta, aşk mı galip gelecektir yoksa töreyle yoğrulmuş zulüm mü?
Çocukların diri diri gömüldüğü, açlıktan insanların sokaklarda can verdiği, kardeşin kardeşi boğazladığı bu dünyada aşk bir çıkış
Ciwan’ın Gölgesi
Bölüm...Beyrut’un toprak kokan sokaklarında, akşam ezanının sesi savaşın uğultusuna karışıyordu. Gökyüzü kanla yıkanmış gibiydi; batmakta olan güneş, bombaların açtığı dumanlarla birlikte kızıl bir perde çekmişti şehre. Lübnan’ın bu topraklarında, ölüm gündelik hayatın bir parçasıydı; açlık, susuzluk ve korku, insanların sofralarındaki ekmekten daha yaygın bir paylaşımdı.
Ama hepsinden ağır olan bir isimdi: Ciwan Xeyranlı.Kulağa fısıldandığında bile anneler çocuklarını susturur, gençler birbirine bakmadan yol değiştirirdi. O yalnızca bir ağa değildi; törenin, zulmün, kanın yaşayan heykeliydi. Herkes onun elleriyle ölmekten değil, onun ellerinden sağ çıkmaktan korkardı. Çünkü Ciwan, öldürdüğü insanların sağ kulağını ve sağ kolunu keser, kanlı bir törenle onları konağında saklardı. Bir duvar dolusu kulak, bir kasa dolusu kol… Her biri korkunun canlı şahitleriydi.
Midyat taşlarını andıran, ama içine ölüm sinmiş konak, Ciwan’ın tahtı gibiydi. Konağın avlusunda onlarca silahlı adam gece gündüz nöbet tutar, kadınlar susarak dolaşır, çocukların ağlama sesi bile duvarlara çarpıp geri dönerdi. Bu sessizlik, korkunun çığlığıydı.
Ciwan, uzun boylu, kara kaşlı, gözleri puslu dağ geceleri gibi bir adamdı. Sert bakışlarıyla değil, nefes alışındaki öfkeyle bile insanın ciğerini titretecek kadar ağırdı. Onun için töre, yalnızca bir gelenek değil; zulmünü haklı kılan bir kılıftı. Töre adına işlediği cinayetleri, töre adına söndürdüğü ocakları, bir hüküm gibi taşırdı.
Ama bir şey vardı ki, Ciwan’ın zalimliğinin bile üzerinde bir gerçek: Efil.
Makedonya’da doğmuş, yarı Türk bir kadın. Asi, dik başlı, dediğim dedik. Beyrut’un harap olmuş hastanelerinde, elleri kanla, gözleri direnişle dolu bir doktordu. Çocukları açlıktan kıvranırken, kadınlar enkaz altından çıkarılırken o hep oradaydı. Ciwan, onu ilk gördüğü anda aklına zincir vurmuş, kalbine saplantı gibi kazımıştı.Üç yıldır Efil’in hayatı, Ciwan’ın gölgesiyle bölünüyordu. Kadının nefes aldığı her yerde, Ciwan’ın adı fısıldanıyor, attığı her adımı Ciwan’ın adamları izliyordu.
Efil, direndi. Dik başlıydı. Ciwan’ın konağına girmeyi reddetti, tehditlerine boyun eğmedi. Ama bu direniş, onun hayatını bir işkenceye çevirdi. Lübnan’ın sokakları savaşla yanarken, kalbinin kapıları da Ciwan’ın gölgesinde yanıyordu.
O akşam, Beyrut’un yıkılmış bir mahallesinde çocukların üzerine gökten yine ölüm yağarken, uzaklardan bir tim sessizce sınırı geçiyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı Şahmeran Timi. Dağların kartalları, ölümün gölgesinde yürüyen adamlar… Ve onların başında, gözleriyle geceyi delen bir yüzbaşı: Olcay Gurur Tataroğlu.Vatan için yeminli, dağlarda büyümüş, kar fırtınasında yolunu yıldızla bulan bir komando.
Henüz Efil’in adını bilmiyordu. Ama kader, çoktan onun yolunu Ciwan’ın zulmüyle kesiştirmişti.Ve Lübnan’ın taş sokakları, bu üç ismi fısıldamaya hazırlanıyordu:Beyrut’un yıkık dökük mahallelerinden birinde, eski bir okul binasının sınıfları hastane yapılmıştı. Kırık sıraların yerini paslı sedyeler, kara tahtaların yerini kanlı örtüler almıştı. Dışarıdan geçen tankların sesi duvarları titretiyor, cam kırıkları çiğnenmiş mermiler gibi parlıyordu.
Efil, beyaz önlüğü