İyi okumalar:))
...
Uzayın ve zamanın ötesinde, tanrılar âlemi bulunurdu. Tanrılar ve tanrıçalar, ayaklarının altında büyüyen evreni sessizce izliyorlardı. Bu âlem, ne zamana ne maddeye bağlıydı; fanilerin asla ulaşamayacağı, anlayamayacağı bir yerdi.
Bembeyaz, saf ışık her yeri kaplıyordu.
Karanlığın Muhafız Tanrısı Arenor, o ışığın içinde siyah bir yıldız gibi parlıyordu. Yüzündeki endişeyle fısıldadı:
“Yakında Dünya C129 yok olacak... Bir gök taşı... Hiçbir insan kurtulamayacak.”
Onun yaydığı karanlığa meydan okurcasına ışığını saçan Işık Tanrıçası Lumia, asi bir tavırla karşılık verdi:
“Milyarlarca gezegen dolusu insan var. Bir tanesi yok olacak diye neden endişeleniyorsun ki?”
Arenor sesini kısarak cevapladı:
“Endişelendiğim şey insanların yok olması değil—”
Tam o anda yok oluşa giden gezegende bir değişiklik oldu. Gök taşlarının binlercesi, sanki görünmez bir el tarafından yönlendirilmiş gibi, başka bir gezegene çarptı.
Bunu fark eden ilk tanrı Rüya Tanrısı Ludias’tı. Gözleri şaşkınlıkla büyüdü:
“Şu gezegen her zaman orada mıydı?!”
Tanrılar ve tanrıçalar yeni yaratılmış gezegene döndüler. Elmastan örülmüş dev bir küreydi; ışığı göz alıyor, ama üzerinde tek bir yaşam belirtisi yoktu.
Ve herkes anladı. Bunu yapabilecek tek bir varlık vardı: Yaratılış Tanrıçası, Baş Tanrıça Atheliya.
Işığın ortasında bir anda belirdi. Bembeyaz saçları, gökyüzünden süzülen bir ışık nehri gibiydi. Elbisesi yıldızlardan dokunmuştu, gözleri mavi birer mücevher gibi parlıyordu. Omuzlarından aşağıya doğru uzanan dev beyaz kanatları, evrenin sınırlarını titretiyordu.
O kadar güçlüydü ki, bütün tanrılar ona saygı duyar, bazılarıysa gizliden gizliye kıskanırdı. Ama Atheliya’nın içinde kibirden tek bir iz bile yoktu. Onun gücü, doğrudan saflıktan doğuyordu.
Lumia o kıskanç tanrçalardan biriydi.Sesi alayla yankılandı:
“Atheliya, insanlara yardım ettiğini biliyoruz ama bir gezegen yaratmak sence de biraz fazla değil mi?!”
Atheliya zarif bir nefes alıp döndü, sesi bir melodi gibi yumuşaktı:
“Sadece... küçük bir gezegen yarattım. Bunda ne sorun var?”
Her hareketinde göktaşları yön değiştiriyor, yıldızlar onun isteğine göre diziliyordu. Bu, bir tanrı için bile düşünülemeyecek kadar büyük bir güçtü.
Tanrılar sustu, tanrıçalar başlarını eğdi. Atheliya, huzurla gülümsedi ve odadan ayrıldı. O gittikten sonra bile gücünün yankısı hâlâ havada asılı kaldı. Hiç kimse konuşmaya cesaret edemedi.
Atheliya odasına döndüğünde, ellerini arkasında kenetleyip camdan dışarı baktı.
“Bize tanrıça diyorlar, ama bu evreni biz yaratmadık... Bu sonsuzluğun ardında her şeyi yaratan mutlak bir güç var. Bir sonu ve bir başlangıcı olmayan tek varlık. Onu hiç görmedik ama aklımız bizi onun varlığına inandırıyor.”
Ay Tanrıçası Selena, gölgelerin arasından sessizce çıktı. Koyu mor gözleri ve simsiyah saçlarıyla, geceyi andırıyordu. Her adımı, ay ışığı altında açan bir çiçek gibi zarifti.
“Bize tanrı denmesinin sebebi, yeryüzündeki en güçlü varlıklar olmamızdır. Özellikle de senin güçlerin, Atheliya... Bunu biliyorsun.”
Atheliya gülümsedi. Onu görmeye her zaman sevinirdi. Yan yana, sessizce evreni izlemeye başladılar.
Sonra Atheliya