Kitaplar Özellikler İletişim İndir
Testereci ve Güzeli
Askeri

Testereci ve Güzeli

1Beğeni
8Okunma
4 Bölüm
6,848Kelime
34 dkSüre
23.09.2025Tarih
Sencer Akmeriç, 33 yaşında, Adanalı, kara kaşlı, yeşil gözlü, 70 kiloluk bir yarbaydır. Daha çocukken annesi ve küçük kardeşi onu terk etmiş, zalim babasıyla baş başa kalmıştır. Babasının işkenceleri vücudunda iz bırakmış, ciğerinde derin yaralar açmıştır. Yıllarca nefret ve öfke içinde büyüyen Sencer, tüm yaralarını “vatan sevgisi” ile mühürlemiş ve sonunda Sungurlar Timi’nin komutanı olmuştur.

Bingöl’ün dağlarında, terörle mücadelenin en sıcak bölgesinde görev yapmaktadır. Onun için artık tek gerçek vardır: vatanı korumak.

Diğer yanda, Diyarbakır doğumlu Dilşah Doğanay vardır. 27 yaşında, kumral saçlı, ela gözlü, narin görünüşlü bir kadın… Ama geçmişi kanla yazılmıştır. Dayısı Çetin Doğanay (kod adı: Akrep), anne ve babasını öldürmüş, örgütün başına geçmiş, onu kendi evladı gibi yetiştirmiştir. Dilşah, dayısının gözünde değerli bir mücevherdir ama aslında özgürlüğü elinden alınmış bir tutsaktır.

Sencer Akmeriç, yıllardır devletin en gizli göreviyle yaşamaktadır. Resmî kayıtlarda terörist olarak geçmekte, kırmızı bültenle aranmaktadır. Örgüt içindeki kod adı Testereci’dir; insanları kütük kesme makinesiyle infaz eden acımasız biri olarak tanınır. Oysa ki bu kimlik, Sencer’in taşıdığı en ağır maskedir. Gerçekte o, Türk istihbaratının örgüt içine sızdırdığı en tehlikeli ajandır.

Bir gün Akrep’in emriyle, Dilşah’ın özel koruması olarak görevlendirilir. İşte kaderin düğümü burada atılır. Sencer, dışarıya acımasız bir savaşçı gibi görünse de, Dilşah’ın içindeki kırılganlığı görür ve kalbinde ilk kez bir çatışma başlar:

Görev mi?

Yoksa hissettikleri mi?


Dilşah da ilk kez, kendisine sahip çıkan, koruyan ama dayısının yöntemleri gibi acımasız olmayan birini görür. İçinde, yıllardır bastırdığı insani duygular kabarır.

Bu sırada Bingöl’ün dağlarında Sungurlar Timi, kanlı operasyonlarla örgütü köşeye sıkıştırır. Çatışmalar büyüdükçe, Sencer’in iki kimliği arasında çizgi silikleşir. Bir yanda vatanına sadakat, diğer yanda kalbine düşen yasak duygu…


Gecenin Sessizliği

Bölüm...Gece, Bingöl dağlarının üzerine kara bir kefen gibi çökmüştü. Rüzgâr, kayaların arasından ince ince uğuldayarak geçiyor, kuru otların arasında sürünen yılanların tıslamasına karışıyordu. Hava soğuktu, keskin bir bıçak gibi ciğerlere işliyordu. Ay, bulutların arasında kaybolmuş, gökyüzü yalnızca yıldızların solgun ışığıyla aydınlanıyordu. Böyle gecelerde, sessizlik bile insanın üzerine ağır bir yük gibi çöküyordu.
Sencer Akmeriç, yüzündeki siyah maskeyi bir kez daha düzeltti. Maskenin ardında nefesi buğulanıyor, gözleri önündeki termal dürbünden dağın eteğini tarıyordu. Parmakları, silahının tetik korkuluğunu okşuyordu. Bir anlık dalgınlığın, bütün timin sonu olabileceğini biliyordu. Onun görevi, yalnızca emir komuta değil, aynı zamanda hayatta kalmaktı.
Arkasında, Sungurlar Timi tek sıra hâlinde ilerliyordu. Yirmi yıldır dağların taşlarını ezerek yürüyen, karda iz sürmeyi, pusuda sabretmeyi, sessizliği silah gibi kullanmayı öğrenmiş komandolardı onlar. Her birinin gözlerinde aynı şey vardı: tecrübe, yorgunluk ve inat.
Sencer, elini kaldırdı. Tim bir anda olduğu yerde dondu. Nefesler kesildi. Geceyi delen tek ses, uzaktan gelen köpek ulumalarıydı. Sağ elini yumruk yapıp havaya kaldırdı, ardından yere bastırdı. Askerler, sessizce yere çömeldi. Önlerinde, sislerin arasında kaybolan bir dere yatağı vardı. İstihbarata göre, örgütün kuryesi bu hattı kullanıyordu. Silah sevkiyatı gece yapılacaktı.
Sencer’in zihninde babasının çığlıkları yankılandı bir anlığına. Küçükken, her gece işkenceye maruz kaldığında kendi kendine ettiği yemini hatırladı: “Bir gün, kimsenin bana yaşattığını başkasına yaşatmasına izin vermeyeceğim.” O yüzden bu görev yalnızca askerlik değildi. Bu, onun için kişisel bir savaştı.
Tim sessizce dere yatağına indi. Çamurun içine basarken botların çıkardığı ses bile kulak tırmalıyordu. Sencer, önde ilerlerken sol gözünü dürbünden ayırmadı. Kalbi ağır ağır ama düzenli atıyordu; her atış, önüne çıkan karanlıkla aynı ritimdeydi.
Birden telsizden ince bir cızırtı yükseldi. “Kartal-1, burası Şahin-3. Termalde hareketlilik var, kuzeydoğu yönünde üç sıcak nokta. Tekrarlıyorum: üç sıcak nokta.”
Sencer’in dudakları gerildi. Sessizce elini işaret etti. Tim sağa açıldı, mevzi aldı. Silahlar omza kalktı. Gece görüş dürbünleri siyah-beyaz bir gerçekliği gözler önüne serdi. Uzaktan, sırtlarında çuvallar taşıyan üç gölge ağır ağır yürüyordu.
“Kurye,” diye fısıldadı kendi kendine. “İşte buradasınız.”
Sencer’in zihni saniyeler içinde planı çizdi. Onları yalnızca takip etmek yetmezdi, yükün içindekileri ele geçirmek gerekiyordu. Bir yandan da pusunun kurbanı olmamalılardı. Çünkü dağ, hiçbir zaman tek taraflı savaş vermezdi.
Elini kaldırdı, sonra ileri itti. İki keskin nişancı sağdan yayıldı, makineli tüfek ekibi geride mevzi aldı. Sencer ve üç askeri, sessizce dere yatağından çıkıp gölgelerin ardına düştü. Rüzgârın yönüne dikkat ediyordu; kokuların taşınması bile hayatî önem taşırdı.
Yaklaşık yüz metre kala gölgeler durdu. Biri yere çömeldi, sigara yaktı. Karanlıkta kıvılcım bir yıldız gibi parladı. İşte o an, pusunun açığa çıkma ihtimali doğdu. Sencer’in eli havada
📖 Uygulamada Oku
App Store Google Play