Kadın, önündeki sonsuz maviliğe dalıp gitmişti. Evet, şu anda İstanbul’daydı. Arabayla sahil yolunda ilerlerken denizi görünce içindeki özlem dayanılmaz oldu. Bir anda şoföre durmasını söyledi. Araç yavaşça kenara çekildi. Şoför kapıyı açmak için harekete geçmişti ki kadın, elini kaldırarak
— Dur, ben açarım, dedi.
Ağır ağır kapıyı açtı. Denizden yükselen tuzlu rüzgâr yüzüne çarptı, burnuna yosun kokusu doldu. İçine derin bir nefes çekti; ciğerlerine dolan o kokunun İstanbul’a ait olduğunu hissediyordu. Kapıyı sessizce kapattı, ayaklarını ağır adımlarla sahile yönlendirdi. Gözlerini kapadı, dalgaların kayalara çarpan hırçın sesini dinledi. Uzun zamandır unuttuğu bir ninni gibi ruhunu sarmıştı. Özlemişti… İnkâr etmeye çalışsa da kalbinin derinlikleri bağırıyordu: İstanbul’u özlemişti.
Tam o sırada arkasında bir ayak sesi duyuldu. Kadın dönüp bakmadı. Adımların ağırlığından kime ait olduğunu biliyordu. Bu sesler, Cevahir Arslanbey’den başkasına ait olamazdı. O, kadına ikinci bir hayat sunan adamdı; ölümün kıyısında elinden tutup geri getiren, ne olursa olsun yanında duran, ettiği yemini asla unutmayan kişiydi.
Cevahir, kadının bir adım gerisinde durdu. Aralarında yalnızca bir nefeslik mesafe vardı ama kadının içini tarifi imkânsız bir huzur kapladı. Çünkü arkasında, sırtını dayayabileceği güvenilir tek kişi duruyordu. Kadın bir adım geri çekildi, başı adamın göğsüne değdi. Başını yasladı, gözlerini kapattı. Deniz sesiyle birlikte bu huzur ikisini sarıyordu.
Ama sessizliği adamın sesi bozdu.
— Bunu yapmak zorunda değilsin, dedi. Sözlerinde sertlik yoktu, ama göğsünün kasıldığını hissetmişti kadın.
Kadın yavaşça dönüp yüzüne baktı.
— Yapmazsam geçmişimi arkamda bırakamam. Benim alınacak bir intikamım var, dedi.
Adam gözlerini kısmıştı.
— İntikam kelimesi bile önemsemenin bir parçasıdır, diye karşılık verdi.
Kadın başını kaldırıp adamın gözlerinin içine baktı.
— Her şeyi biliyorsun. Ve biliyorsun ki bu yolda ilerleyeceğim. Eğer yanımda olup bana destek vermezsen, anlarım.
Adam onu aniden kendine çekip sarıldı.
— Ne yaparsan yap… ama sonunda varacağın yer benim yanım olsun, dedi.
Kadının dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi.
— Bu gece oyun başlıyor. Sen artık benim abim rolündesin, dedi.
Adam derin bir nefes verip sıkıntıyla homurdandı.
— Bana biçtiğin başka bir rol yok muydu?
— Huysuzlanma. Onların seni abim bilmesi gerekiyor. Oyunun kusursuz olması için bu şart, dedi kadın. Sonra bir an sustu, ardından gözlerinde kararlı bir ışıkla ekledi:
— O, verdiği yemini unuttu. Ben sadece ona yeminini hatırlatacağım. Sonra da vicdanıyla baş başa bırakacağım.
Adamın elleri kadının ellerini daha sıkı kavradı. Onu bütün kötülüklerden korumak ister gibiydi…
---
O sırada başka bir yerde, Asistan Aslı elinde tuttuğu ajandayla bir yandan notlarına bakıyor, bir yandan da patronuna eşlik ediyordu.
— Yiğit Bey, bu akşam sizin için oldukça önemli bir davet var, dedi.
Yiğit, hızlı adımlarla odasına ilerlerken mırıldandı:
— Biliyorum Aslı… unutmak mümkün mü?
Elini ceketinin kol düğmelerine götürdü.