Kitaplar Özellikler İletişim İndir
YABANCI TOPRAK
Korku/Gerilim

YABANCI TOPRAK

0Beğeni
0Okunma
3 Bölüm
10,864Kelime
54 dkSüre
01.12.2025Tarih
Yabancı Toprak Hikayesinden Geniş Özet ; Türkiye'nin Doğu Anadolu’sunda, Bingöl’ün dağları arasında gizemli bir köy yatıyor giren herkesin bir daha çıkamadığı, kabus gibi bir yer. Köy halkı, sıradan bir yaşam sürdürmeye çalışırken, çevredeki ormandan gelen tehditlerle özellikle güneş battığında ortaya çıkan korkunç varlıklarla mücadele etmek zorundalar. Bu gerilim dolu hikâyede, hayatta kalmak, köyün karanlık sırlarını çözmek ve özgürlüğe giden yolu bulmak için cesaret, dayanıklılık ve umut gerekiyor.

UZUN GÜNÜN AKŞAMI

Tarih: 12 Ekim, Cuma Saat: 14:45


Güneş, yüksek dağların ardında parlıyor, köyün vadisini altın sarısı ışıklarla boyuyordu. Hafif bir rüzgar, taşlı patikaların üzerinden geçerek köyün sessizliğini bozuyor, yaprakları ve kuru otları savuruyordu. Dağların arasında sıkışmış bu küçük köy, sanki haritadan silinmiş gibiydi; dış dünyadan gelen yollar, patikalar ve geçitler sıcak güneş altında bile kaybolmaya mahkûm görünüyordu.


Evler, taş ve kerpiçten yapılmış, çatılarında yosun birikintileri vardı. Küçük bahçelerde tavuklar ve birkaç keçi dolaşıyor, ahırların kapıları hafifçe gıcırdayarak rüzgarla sallanıyordu. Sokaklar dar ve taşlı, birbirine dolambaçlı patikalarla bağlanmıştı. Meydanın ortasında, zamanla aşınmış bir taş çeşme duruyor, civardaki evlerden yükselen yemek kokuları sıcak yaz havasında hafifçe yayılıyordu.


Köy halkı, günün öğle ışıklarıyla birlikte kendi işlerini tamamlıyor ve evlerine yöneliyordu. Çocuklar kendi bahçe sınırlarında oynuyor, yaşlılar cam kenarlarında sessizce oturuyor, evlerinin pencerelerinden gelen ışıklar köye sıcak bir hava katıyordu. Ama bu sıcaklığın altında bir tedirginlik vardı; güneşin parlak ışıkları köyün derinliklerindeki gölgeleri tam olarak gizleyemiyor, ormandan gelen bilinmeyen sesler köyü hâlâ huzursuz ediyordu.


Meydanın köşesinde, Hasan Zorbek duruyordu. 57 yaşında, iri yapılı, uzun sakallı ve geniş omuzlu bir adamdı. Yüzündeki derin çizgiler, yılların ağırlığını ve dağlardaki sert yaşamın izlerini taşıyordu. Gözleri eski bir bilgelik ve yorgunlukla parlıyordu; dudaklarının kenarında sürekli hafif bir titreme vardı. Üzerinde ince, açık renkli bir yün kazak ve kahverengi ceket vardı, ayağında siyah deri çizme… Elinde, köyün simgesi gibi duran, eski ve parlaklığı gitmiş bir inek çanı tutuyordu.


Hasan, çanı sallayarak meydandaki taş çeşmenin yanına geldi; köyün dört bir yanını gözden geçirerek sessizce nefes aldı. İnsanlar onun bakışlarını hissediyor, merakla ama çekinerek başlarını kaldırıyordu. Çan, köyün geleneksel uyarı mekanizması ve yaklaşan tehlikelerin habercisiydi.


Güneşin parlak ışıkları altında, köyün üzerindeki gölgeler uzuyor, hafif rüzgar eski ağaçları sallıyor, dağların derinliklerinden bilinmeyen bir şeyin yaklaşmakta olduğunu fısıldıyordu. Hasan derin bir nefes aldı, çanını bir kez daha salladı ve kendi kendine mırıldandı: “Öğle bitti, gün ilerliyor… Her şey hazır mı?”


Çan sesi vadide yankılanınca, köy halkı birbirine bakmaya başladı.


“Vakit yok, eve gitmeliyiz, haydi!”


“Evet, güneş batmadan önce dönmeliyiz.”


“Koşalım, karanlık düşmeden eve yetişelim.”


Köylüler aceleyle, dar patikalardan kendi evlerine doğru yöneldiler. Çocuklar, ebeveynlerinin ellerinden tutuyor; yaşlılar, hafifçe öne eğilmiş adımlarla kendi evlerine ilerliyordular.


Hasan Zorbek, çanı sallamaya devam ederek, köyün taşlı yolunda yürüyordu. Her adımında çanın sesi, vadide uzun uzun yankılanıyor; köyün üzerindeki sessizliği hem bölüyor hem de yaklaşan bir gerilimi haber veriyordu.


Köyün dar taşlı yolundan ilerleyen Hasan’ın ardından, yemekhaneden yükselen sesler de duyuluyordu. Yaz güneşi, büyük taş yemekhane binasının çatısından yansıyarak etrafı ısıtıyordu. İçeride, Arjin yemek dağıtıyordu. 24 yaşında, ince yapılı ama güçlü bir duruşa