Henüz 4 ya da 5 yaşındaydım. Öfkeden yastıkların köşelerini ısırdığımı, bazen de saçlarımı avuç avuç yolduğumu hatırlıyorum.
Çünkü anneyle babanın hep işi vardı, beni birilerine bırakıp gider gecenin bir yarısı dönerlerdi.
3 yaşıma kadar anneannem bakmış sonrasında mahalledeki bakıcı teyzeye verilmiştim. Gece yarısı olduğunda içli içli ağladığımı, anne babamın yolunu gözlediğimi söylermiş bakıcım anneme.
Çok hareketli, girişken, oyuncu ve neşeli bir çocuktum. Ağladığım zamanlarsa hep çok içli ağlardım ben. Duygularımı hep kocaman yaşardım.
Market dükkanımız vardı, önünde şehrin en büyük belediye otobüsü durağı vardı. Hep kalabalık olurdu. Okul çağına geldiğimde dersler bitince markete koşardım, marketin önünde sakız, gazete, dondurma satardım. Otobüs bekleyen insanlarla sohbet eder onlar bindikten sonra arkalarından el sallardım.
Hemen ilerde bir alışveriş sitesi vardı. Bazen siteyi gezer esnaf amcalarla ve çocuklarıyla sohbet eder tavla oynamayı öğrenirdim.
Mahallemizin bir de delisi vardı. Bu adamcağızın zamanında astsubay olduğu, bir kızı sevdiği, babasının kızı ona vermediği, bunun üstüne keçileri kaçırdığı söylenirdi.
Bir gün yine esnaf amcaları gezmiş siteden çıkarken bizim deliyi gördüm. Bir anda görmenin verdiği korku refleksiyle " Deli Turgay!" diye bağırmışım. O da duyunca beni kovalamaya başladı. Neyse ki market yakındı, kendimi hemen içeri attım, babamın bacaklarının arasından geçip tezgahların arkasına saklandım. Hemen arkamdan Deli Turgay geldi. O boğuk kırçıllı sesiyle " Getirin onu buraya!" diyişini hiç unutmuyorum. Korkudan tirtir titremiştim. Babam binbir dil döküp birkaç paket de sigara verip gitmeye zor ikna etmişti.
Henüz 6,7 yaşındaydım.
Yıllar sonra taşındığımız şehirde bir gazetede Deli Turgay'ın ölüm haberini okuyacaktım.