Miğferin Laneti mi, Kısmeti mi?
Kahvemi koymuştum. Köpüğü yerli yerinde, rengi kararında, kıvamı ahlaklı. Instagram’a koysan beğeni toplar, ama öyle içmeye kıyamayacağın cinsten de değil. Evim derli toplu, çiçekler canlı. Her şey olması gerektiği gibi. Peki ben?
Ben saçma sapan bir sandığın başında, kendini lanetlenmiş hisseden bir kadınım şu anda.
“Of Duru, sen gerçekten salaksın,” dedim kendi kendime, başımı geriye atarak.
Dedesinden kalan evi temizlemeye gelmiş bir torunun başına ne gelebilir ki? En fazla toz yutarsın, örümcek ağı temizlersin…
Ama miğfer düşmesi?
O da neydi öyle?
Az önce tavan arasındaki o eski Osmanlı sandığını açmaya çalışırken kapağın içinden aşağıya bir şey düştü. Şak diye alnıma çarpan o şey…
Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma, ağır mı ağır bir askeri miğferdi.
Yani… kime neyin miras kaldığına bak?
Kızlara yüzük düşer, bana kask düşüyor.
Ben kafamı tutarken arkamdan bir ses geldi. Net. Erkeksi. Ama çok eski bir Türkçeyle.
“Heyhat! Nicedir hapis kaldım zifiri karanlıklarda. Bağışlayın… Hanımefendi siz… bana mı bakıyordunuz?”
Evet.
Duydum.
Yani beynim duymuş olabilir ama mantığım hâlâ duyamadı.
Kendimi yavaşça çevirdim.
Ve işte orada…
Çok net bir şekilde…
Bir adam duruyordu.
Hayır, hayalet gibi değil.
Gayet gerçek.
Uzun boylu, başında sarığımsı bir şey, sırtında eski bir ceket, elinde bir… ne o, tüfek mi o?!
Ve… bana bakıyordu.