ASAL
Günün ilk ışıkları aralık olan perdeden arsızca sızarken, parlak mızraklar gibi gözlerime saplanıyordu. Dünyanın acımasız sabahına karşı son direnişimi sergileyerek kolumu bir kalkan gibi siper ettim.Bugün Cumartesi’ydi. Hafta sonunun en kutsal ve en güzel yanı, zamanın zincirlerinden azat edilmişçesine geç yatıp geç kalkabilme lüksüydü. Zihnim, üzerimdeki pikenin sıcak ve karanlık limanına demir atmışken, uykuma kaldığım yerden devam etmeye çalışıyordum.
Tam derinlere dalmak üzereydim ki o mide bulandırıcı, enerjik pop şarkısı çalmaya başladı:Masal’ın alarm sesi.Eğer bu dünyada o şarkıdan daha çok nefret ettiğim bir şey varsa, o da alarmının, aramızdaki kalın duvarları hiçe sayarak benim odamdan duyulacak kadar yüksek sesle çalmasıydı. Gıcırdayan bir çelik sesi gibi beynime işleyen ritme dayanamayarak, başımın altındaki yastığı bir miğfer gibi kafama bastırdım.
Şarkının bir an önce durmasını bekledim ama o inatla, durmaksızın devam ediyordu. Bu durum, Masal'ın uykuya olan düşkünlüğünün ve alarmı 'ertele' tuşuna basarak tekrar uykuya dalma huyunun kaçınılmaz bir sonucuydu. Uyurken yanında davul zurna çalsam, kılını bile kıpırdatmayacak kadar derin bir uyku çeken o kardeşe tepki olarak doğmuş gibiydim adeta.
Sözde ikiz kardeştik. Peh!
Bizim ikiz olmamız sadece biyolojik bir prosedürdü. Aynı gün, aynı saatlerde, aynı anneden doğmamızdan başka gerçek bir ortak noktamız yoktu. O, sabahları uyanmayan, yumuşak,"kelebek"ruhlu biriydi. Ben ise, en ufak sese uyanan, düzenli ve sabırsız, içindeki"panteri"zapt edemeyen biri. O gökyüzü ise, ben yeryüzüydüm. O rüzgârsa, ben kayanın dibiydim.
Birbirine bu kadar zıt, birbirini bu kadar az anlayan iki ikiz kardeşte büyük ihtimal dünyada ilkti. Hiç mi huyumuz, hiç mi özelliğimiz benzemezdi? Bu kadar mı özgün ve eşsiz olunurdu?
Sonra aklıma geldi, içimden buruk bir tebessüm geçti: Demir Kara’nın çocuklarından başka bir şey beklenmezdi zaten.
Aksi takdirde, hayatımızdaki en büyük kural çiğnenmiş olurdu: Tek ve eşsiz olmak. Farklı olmak, parlamak... Tıpkı babamız gibi. Ve Masal da ben de her ne kadar zıt olsak da o eşsizliğin birer parçasıydık. O, alarmının arsız sesiyle beni uyandırarak kendi varlığını kanıtlarken; ben, yastığı daha sıkı bastırarak onun yarattığı kaosu bastırmaya çalışıyordum. Bu, bizim bitmek bilmeyen, küçük savaşımızdı ve kim bilir, belki de bu zıtlık, bizi bir arada tutan tek görünmez bağdı.
Tam o lanet olası şarkının sessizliğe gömüldüğüne, huzurun nihayet odama süzüldüğüne sevinirken, alarm tekrar başladı. Sanki ruhumu ele geçirmeye çalışan inatçı bir hayaletti. Sıkıntıyla öyle bir inledim ki, o ses bile odamın duvarlarını titretebilirdi. Elime aldığım yastığı hınçla duvara fırlattım, yumuşak bir darbeyle geri sekti.
“MASAL!”
Hâlâ çalan iğrenç şarkının