Yüksek ses..
Sinan Erdem Salonu’nu şu an özetleyecek iki kelime bunlardı.
Tamamı dolu olan tribünlerde siyah ve beyaz renkler senkron halindeydi. Beşiktaş taraftarının yüksek sesi salonunun tamamını titretiyordu.
Daha maçın başlamasına 20 dakika olmasına rağmen tüm tribünler hınca hınç doluydu.
Yarım saattir aralıksız marş söyleyen Beşiktaş taraftarının enerjisi yüksekti.Sezonun daha başında olmamıza rağmen tüm tribünlerin dolu olmasının en önemli sebebi Beşiktaş’ın sezona mükemmel başlamasıydı.
Sezonun 8. maçındaydık ve Beşiktaş Basketbol bir kez bile yenilmemişti.
Namağlup sezona devam edebilmek için bugün 8 maçtır yenilmemiş olan diğer takımı yenmek zorundaydık.
Anadolu Efes normal şartlarda da zor bir takımdı. Bir de 8 maçtır yenilmemiş ve namağlup kalmak isteyen Efes’i yenmek daha da zordu.
Tribünlerin hınca hınç dolu olma sebebi de bundan ibaretti. Hepimizin tek umudu her şeyimizi verip namağlup kalan taraf olmaktı. Çekişmeli ve zor bir maç olacağı düşünülürse salonun daha şimdiden sesten titremesi maç sırasında Efes’in zor hücumlar yaşayacağını gösteriyordu.
Bulunduğum koridorda birkaç adım ilerleyerek sahanın ortasındaki ekrana baktım. Maçın başlamasına kalan süre geri sayım şeklinde ekranda gösteriliyordu. 18 dakikanın altına düşen süre vücudumda adrenalin salgılanmasına neden oldu.
Sezonun en iyi maçını izlememize 18 dakikadan az kalmıştı.
Bulunduğum koridorda geriye döndüm ve soyunma odalarının olduğu yere yürüdüm. İki takımda kendi soyunma odasındaydı. Maç öncesi son taktikleri çalışıyorlardı. Ayakta dikilen birden fazla kişi vardı. Hepimiz takımların ısınmaya çıkmasını bekliyorduk.
Olduğum yerden biraz daha ilerledim ve Beşiktaş’ın çekim ekibinin yanına yanaştım. Elindeki kameranın ayarlarıyla uğraşan Alp, beni görünce kamerayı bana çevirip “Ahu, karşıma geçer misin? Son ışık ayarlarını yapıyorum.” dediğinde birkaç adım geri çıkıp karşısına geçtim.
Deklanşörün sesi iki kez duyulduğunda Alp çektiği fotoğrafları kontrol etti.“Of, ben bu işi çok iyi yapıyorum. Baksana çok iyi çıktın!” Alp bana yaklaşıp kameranın ekranını gösterdiğinde kafamı eğip fotoğrafa baktım. İyi çıktığım falan yoktu, yüzümde anlamsız bir ifade vardı ama bininci kere bu tartışmaya girmek istemediğim için gülümsedim.
“Evet evet.. Bayıldım. Baya iyisin bu işte.” Sesimin sahteliğini fark eden Alp yüzünü buruşturdu. “Yalandan bile beğenmiş gibi yapamıyorsun.” Hala elindeki kamerayla uğraşan Alp’e sadece omuz silktim.
Tüm dikkatimi soyunma odasının kapısına yönelttiğimde Alp sonunda kamerayla uğraşmayı bıraktı ve kamerayı boynuna astı. İkimizde olduğumuz yerde dikilip soyunma odasının açılmasını beklerken telefonum sabahtan beri yüzüncü kez titredi.
Cebimden çıkarttığım telefonun ekranında farklı bir isim görmeyi bekledim. Hem Alp’in hem de benim dikkatim telefonumun ekranına kayınca ikimizin de tepkisi göz devirmek oldu.
“Kapasana kızım artık şunu. Sabahtan beri Sinan Erdem’den daha çok titredi şu telefon. Neyin inadı bu anlamadım ki red yemekten bıkmadı herif.”
Derin bir soluk aldım.
Telefonumu yüz birinci kez meşgule atıp arka cebime koyarken “O