7Beğeni
18Okunma
4
Bölüm
5,765Kelime
29 dkSüre
18.09.2025Tarih
Damla Bulut, üniversite birinci sınıfta okuyan, kayıplarla büyümüş, içindeki yaraları kimseye göstermeyen genç bir kızdır. Depremin yıktığı hayatının enkazından çıkabilmiş ama kalbinde onarılmaz boşluklar bırakmıştır. Asi, alaycı ve özgür ruhlu tavırlarının altında kırılgan, savunmasız bir yan taşır.
Bir gün sosyal medyada gezinirken tesadüfen bordo bereli bir asker olan Uğur Bozdemir’in hesabına denk gelir. Uğur, Kara Kuvvetleri Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görev yapan, sert bakışlarıyla bile korku salan, disiplinli ve acımasız bir askerdir. Damla’nın dikkatini çeken şey ise Uğur’un paylaştığı operasyonlara dair izler taşıyan fotoğraflarıdır. Fakat Damla, bu fotoğraflara dalga geçer gibi, şaka yollu yorumlar yapmaya başlar.
Uğur, hiç alışık olmadığı bu cüretkâr tavırların sahibini merak eder ve Damla’nın peşine düşer. Onun kim olduğunu, neden kendisiyle alay ettiğini araştırırken, karşısına kendi yaralı geçmişini yansıtan bir genç kız çıkar.
Bir yanda “sırtlan” lakabıyla bilinen, dağlarda ölümle burun buruna gelen bir asker…
Diğer yanda, kalbinin derininde zehir gibi acılarla yaşayan, ama dışarıya kahkahalarıyla meydan okuyan bir genç kız…
Onları aynı kader çizgisinde buluşturan şey, görünmez bir bağdır: yaralar, kayıplar ve saklanmış duygular.Ama bu yolculuk kolay olmayacaktır. Damla’nın abisi görev gereği Siirt’teyken, Uğur Isparta’da eğitimdedir. İkisi de farklı dünyaların insanıdır; biri savaşın ortasında, diğeri gençliğinin başında. Aralarındaki mesafe yalnızca şehirlerle sınırlı değildir; hayatları, acıları ve sorumlulukları da onları ayrı düşürür.
Yine de kader, “zehir” ile “sırtlanı” aynı hikâyede buluşturur.
Birbirlerinden öğrenmeleri gereken şey vardır:
Damla, Uğur’a hayatı yeniden hissetmeyi…
Uğur, Damla’ya ayakta kalmayı öğretecektir.
Küllerimden
Bölüm...Benim adım Damla. Yirmi bir yaşındayım. Ama yaşımın bana verdiği bir gençlik yok. Benim hayatım, çocukluğumdan beri eksilenlerle örülü. Bazen aynaya baktığımda kendime soruyorum: “Acaba ben gerçekten yirmi bir yaşında mıyım, yoksa çoktan yaşlanmış bir ruhun içine mi hapsedildim?”
İnsan kaybettikçe küçülürmüş, ben kaybettikçe büyüdüm. Hem de istemeden.
En büyük darbeyi, on dokuzumda aldım. Bir gün… sadece tek bir gün içinde, iki abimi birden kaybettim. Böyle şeyler filmlerde olur sanırdım, ya da başkalarının hikâyesinde. Ama o gün, kendi hayatımın en kara perdesi açıldı.
---
Abilerimden biri, askerdi. Şehit haberini getirdiklerinde evimizin içine çöken sessizliği hâlâ unutamıyorum. Annemin çığlığı kulaklarımda çivili. Öyle bir çığlık ki, insanın yüreğini parçalıyor. Babam suskundu, elleri titriyordu, dudakları kıpırdıyordu ama kelime çıkmıyordu. Bense… ben kaskatı kesilmiş bir taş gibiydim. Sanki kalbime bir şey saplandı ama kanamadım.
İkinci abim, şehit düşen kardeşimizin cenazesini almak için yola çıktı. Hani derler ya, “kader insana şaka yapmaz, tokat atar”… işte o gün, bana en büyük tokadı attı. Yolda trafik kazasında öldü. İnanabiliyor musunuz? Aynı gün, aynı acının içine iki farklı kayıp. Biri savaşta, diğeri yolda.
O gün mezarlığa iki tabut indi. Ve ben mezarlığın kenarında, gençliğimin en deli çaresizliğiyle haykırdım:— Allah’ım, neden?!
Ama cevap gelmedi. Cevap hiçbir zaman gelmedi.
---
Üç abim vardı. Şimdi geriye sadece biri kaldı. O da görevde, Siirt’te. Onu da kaybetmekten öyle korkuyorum ki… bazen gece yarısı uykularımın arasından fırlıyorum. Telefon çalsa, kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor.
Bir de deprem… Çocukken yaşadım. Şehrim yıkıldı. Sıcaklığını hâlâ tenimde hissettiğim insanlar, bir anda betonun altında soğudu. Akrabalarım, komşularım, oyun arkadaşlarım… hepsi gitti. O enkazdan çıktım ama içimde başka bir enkaz kaldı. Ve o enkaz, hâlâ kaldırılmadı.
---
Hayatımın her köşesinde bir eksik var. O yüzden dışarıdan asi görünüyorum belki. İnsanlar bana “damarına basma, ters bir tiptir” diyor. Oysa bilmiyorlar. Benim damarım yok. Benim kalbim, çoktan çatlamış bir toprak gibi kurumuş.
Okula gidiyorum, üniversite birinci sınıftayım. Arkadaşlarım var. Onlar gülüyor, dertleri sınav notları, bir sonraki tatil planı. Ben de gülüyorum bazen, onlara uyuyorum. Ama içimde bir çığlık var; susturamadığım, kimseye duyuramadığım.
Bazen kafamı dağıtmak için sosyal medyaya dalıyorum. Başkalarının hayatlarına bakmak, kendi hayatımdan kısa süreliğine kaçmak gibi. İşte tam da o kaçışlardan birinde, bir hesaba denk geldim.
Uğur Bozdemir.
Adını görünce bir şey hissetmedim. Sadece fotoğrafları dikkatimi çekti. Askerdi. Kara Kuvvetleri’nde görevliymiş. Üniforması, sert bakışları, elinde silahla verdiği pozlar… Normalde böyle şeyler bana ilginç gelmezdi. Ama o an, içimde garip bir şey kıpırdadı. Belki de iki abimin anısına. Belki de kaybettiklerimin gölgesinde, ayakta duran birini görünce… bilmiyorum.
Ona yazmaya başladım. Ama öyle ciddi şeyler değil. Fotoğraflarına