Bu kitap, içinde umudu kalmayanlara gelsin.
Karanlıkta yönünü kaybedenlere, sesi duyulmayanlara, "dayanamam" deyip yine de sabahı görenlere…
Her sayfası bir tutunma çabası, her cümlesi "yalnız değilsin" diyen sessiz bir dost gibi…
Belki de en çok, vazgeçmek üzere olan yüreklere iyi gelir.
Merhaba sevgili günlüğüm.
Bugün içim yine eksik uyandı.
Gözlerimi açtım ama sanki uyanmadım hâlâ . Hastanede tavandaki o boşluğa bakınca anlıyorum. Ben artık büyümüyorum, sadece bekliyormuşum...
Bugün bahar geldi biliyor musun? Eskiden bahar geldiğinde odamı çiçek kokusu sarardı. Şimdi her şey alkol kokuyor, plastik kokuyor, korku kokuyor. İnsan, bir hastane odasında en çok neyi özler biliyor musun?
Penceresini açmayı.
Pencerem var, açamıyorum...
Ama ben hayal ettim. Beyaz tavanın tam ortasında bir pencere çizdim gözlerimle. Oradan dışarı bakınca martılar var, mavi gökyüzü var, bir de saçları uzun bir kız. Cıvıl cıvıl...
Saçları rüzgârda uçuşuyor.
Biliyorum, o kız bendim.
Ama saçlarımı o gün yastığımda unutalı çok oldu. Annem bana bir şey anlattı. Bu hastalık saçları sevmiyormuş. Oysa ben çok severdim saçlarımı.
Şimdi bazen başımı okşarken hayal ediyorum. Yine oradalar gibi… sanki hiç gitmemişler gibi. Ama biliyorum, ben saçlarımı o gün yastığımda bıraktım. Ve büyümeye orada başladım.
Annem sabah yine dua ederken ağladı. Saklamaya çalışıyor ama gözleri her şeyi söylüyor. Bazen susarak çok şey anlatıyor insanlar.
Babam bugün uğramadı. Belki işleri vardır. Belki de yine gözlerime bakamıyordur.
Murat...
O hep susuyor. Gözlerime her baktığında içimi bir korku kaplıyordu. Ama güldüğünde her şey biraz daha değişebilirdi. Sadece o zaman korkmuyorum. Bana sihirli bileklik yaptı geçen hafta. “Bunu takarsan hiçbir şey sana zarar veremez,” dedi.
Ama yine de canım çok yanıyor abim.
Yine de her sabah, korkarak uyanıyorum.
Acaba bugün de hayattayım, değil mi? Korkuyorum, çünkü yarım kalmış bir sürü hayalim var...
Bugünlük bu kadar.
Hâlâ nefes alabiliyorsam… yazmaya devam ederim.
Ama yazamadığım bir gün olursa…
Bu defteri bulan ilk kişi . Ben bu dünyada yazamayacak kadar düşersem eğer, o zaman anneme, bu defteri verin lütfen.
Çünkü ben en çok, onun benim ne hissettiğimi bilmesini isterim.
Bugün Ersin abinin, yani doktorumun bana verdiği pembe ciltli günlüğüme bu satırları yazdım. O benden her gün herkesten gizlice buraya içimden gelenleri yazmamı istemişti. O pembe bir defter bana vermişti. Ona göre lösemiyi yenebilmek için canlı ve güzel renklere ihtiyacım varmış. Oysa ben ondan gizli içimden geçenleri bu siyah deftere yazıyorum. Onun dışarıdan gördüğü ile benim gördüklerim birbiriyle uyuşmuyordu.
Pembe defterde hep “iyi” görünmeye çalışıyorum. Güçlü, umut dolu, savaşçı… Ama bu siyah olan, işte bu gerçek ben.
İçimde bir boşluk var, sesi yankılanan, derin, karanlık bir boşluk.
Bazen annemin bana sarılırken gözlerini kaçırdığını fark ediyorum. Korkuyor. Belki de beni kaybetmekten değil, bu halimi gördüğünde kendini kaybetmekten.
Bazen ben de